Enfal suresinin 72. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuş:
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلاَيَتِهِمْ مِنْ شَيْ ء حَتَّى يُهَاجِرُوا وَ اِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي
الدِ ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ ...
“İman edip de hicret etmeyenler var ya, onlar hicret edinceye kadar onların velayetinden size hiçbir şey yoktur. Eğer din hususunda sizden yardım isterlerse üzerinize (onlara) yardım etmek düşer.” (Enfal 72)
Bu ayetin nazil olduğu dönemde hicret etmek farz kılınmıştı. Hicretin farz oluşu sonraki yıllarda nesh olmuş yani hükümden kaldırılmıştır.
Şimdi, ayetin başına bir daha dikkat edelim, bakalım ayet ne diyor? Ayet diyor ki:
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا “İman edip de hicret etmeyenler...”
Bu ifadeden şunu anlıyoruz: Bir kısım insanlar var. Bunlar hicret farzını eda etmiyorlar. Hicret farz kılınmasına rağmen Mekke'yi terk edip Medine'ye gitmiyorlar. Yani bunlar günah işliyorlar ve bir farzı terk ediyorlar.
— Peki, bu kişilerin farzı terk etmesi ve günah işlemesi onları dinden çıkarmış mı?
Hayır, çıkarmamış.
— Delilimiz ne?
Ayet-i kerimedeki şu ifade: وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا “İman edip de hicret etmeyenler...”
Bakın, Allahu Teâlâ hicret farzını eda etmeyenleri "müminler" olarak vasfediyor. Eğer hicret etmemek -yani bir farzı eda etmemek ve günah işlemek- kişiyi küfre soksaydı Allahu Teâlâ onlara "müminler" demezdi. Madem demiş, o hâlde onlar mümindir ve büyük günah işlemeleri onları imandan çıkarmamıştır.
Bu, hicrette böyle olduğu gibi, diğer günahlarda da böyledir. Bir şeyin günah olması ve azabı gerektirmesi başkadır, dinden çıkarması başkadır. Günah elbette kötü bir şeydir ve kişiyi azaba sürükler. Ancak kişiyi kâfir yapmaz. Azaba sürüklemek farklıdır, kâfir yapmak bütün bütün farklıdır. Enfal suresinin 72. ayeti, günahın kişiyi kâfir yapmadığına delildir.
SEKİZİNCİ DELİL
Bu delilde şöyle bir tahlil yapacağız:
— İman ve amel bir bütün müdür yoksa farklı şeyler midir?
Bu sorunun cevabı çok önemli!.. Çünkü iman ve amel bir bütünse, amelden çıkıldığında imandan da çıkılmış olur. Dolayısıyla günah işleyenin imandan çıkması lazım gelir.
Yok, eğer iman ve amel farklı şeylerse, amelden çıkmak imandan çıkmayı gerektirmez. Bu durumda, büyük günah işleyenin kâfir olmaması gerekir.
Daha iyi anlaşılması için şöyle ifade edelim:
İman bir bütündür. Âlimlerimiz bunu, "İnkısamı mümkün olmayan külldür." şeklinde ifade etmişlerdir. Yani iman parçalara ayrılması mümkün olmayan bir bütündür. Bu sırdan dolayı, bir kimse bütün iman hakikatlerine inanıp sadece birini inkâr etse imandan çıkmış olur. Çünkü iman bir bütündür. Bir parçasını inkâr eden tamamını inkâr etmiş gibidir.
Eğer amel imanın bir cüzü yani parçası ise bu durumda, bir ameli terk edenin imandan çıkması gerekir. Yok, amel imanın bir cüzü değilse bir ameli terkten dolayı imandan çıkılmaması gerekir. Çünkü amel imana dâhil değildir ki terkiyle imandan çıkılmış olsun.
İşte Hariciler, Mutezile ve bir kısım Selefîler, ameli imanın bir cüzü kabul etmişler ve "İmanla amel bir bütündür." demişler. Bu batıl itikatlarının bir neticesi olarak da ameli terk edeni imandan çıkmakla itham etmişler.
Hâlbuki Ehl-i sünnet itikadına göre, amel imanın bir cüzü değildir. Amel farklıdır, iman farklıdır. Amel imanın bir cüzü olmadığı için, amelin terki kişiyi imandan çıkarmaz ve kâfir yapmaz.
O hâlde şu yapılsa: İman ile amelin farklı şeyler olduğu ispat edilse, amelden çıkmanın -yani günah işlemenin- kişiyi imandan çıkarmayacağı ispat edilmiş olur. İşte bizler bu dersimizde bunu yapacağız; amelin imandan farklı olduğunu ispat edeceğiz.
Delilimiz, Kur'an'da onlarca ayette geçen اَلَّذينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ "İman edenler ve salih amel işleyenler" ifadesidir. Bu ayetler imanın amelden farklı olduğunu ispat eder. Şöyle ki:
اَلَّذينَ امَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ayetinde geçen "vav" harfi atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz.
Mesela "Ali ve Ahmet geldi." desek, Ahmet'in Ali'den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Ali farklıdır, Ahmet farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da "ve" edatıdır.
Aynen bunun gibi, اَلَّذينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ "İman edenler ve salih amel işleyenler" dediğimizde, imanın salih amelden farklı olduğunu anlarız. İman ve salih amel aynı olsaydı, arada "vav" atıf harfi kullanılmaz ve sadece "iman edenler" denilirdi. Hâlbuki böyle denilmemiş.
— Ne denilmiş?
"İman edenler ve salih amel işleyenler" denilmiş. İşte bu ifade ispat eder ki amel imandan farklı bir şeydir ve imanın bir cüzü değildir.
Ayrıca Cenab-ı Hak her nerede imanı zikretmişse salih ameli de onunla birlikte zikretmiştir. Eğer salih amel imana dâhil olsaydı bu bir tekrar olurdu. Tekrar belagatta güzel değildir. Kur'an ise belagat üzerine nazil olmuştur.
Bu tahlillerin neticesi olarak deriz ki: Günah işlemek elbette kötü bir şeydir; sahibini cezaya müstahak kılar. Ancak sahibini imandan çıkarmaz. Ameli terk etmenin kişiyi imandan çıkarabilmesi için, amelin imanın bir cüzü olması gerekir. Bizler ayetle ispat ettik ki amel imanın bir cüzü ve parçası değildir. Bu durumda, günah işleyenin imandan çıkması muhaldir.
DOKUZUNCU DELİL
Büyük günah işleyenin küfre girmeyeceğine ve kâfir olmayacağına dair dokuzuncu delilimiz Âl-i İmran suresinin 135. ayetidir. Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimede, cennetin takva sahipleri için hazırlandığını beyan buyurmuş ve takva sahiplerinin sıfatlarını zikretmiştir. Takva sahiplerinin dördüncü sıfatı olarak da şöyle buyurmuştur:
وَالَّذِينَ اِذَافَعَلُوا فَاحِشَة أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللَّّ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ الا اللَّّ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Onlar bir günah işlediklerinde veya nefislerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlarlar ve günahları için af dilerler. Allah'tan başka günahları affedecek kimdir? Onlar işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran 135)
Bu ayet-i kerimede, Allahu Teâlâ takva sahiplerini anlatırken, "Onlar günah işlemezler." buyurmayıp; "Onlar günah işleyince Allah'ı hatırlar ve tövbe ederler." buyuruyor.
Takva sahipleri ki onlar müminlerin en makbulüdür ve derece bakımından en üstte olanlarıdır. Buna rağmen günah işleyebiliyorlar. Demek günah işlememek, peygamberler ve ehass-ı havas müstesna insanların başaramayacağı bir şeydir. Takva sahibi de olsa bazen günah işler ve nefsine zulmeder.
Eğer günah işlemek kişiyi imandan çıkarıyor ve kâfir yapıyorsa dünyada tek bir mümin yoktur; herkes kâfirdir. Bu durumda, Cenab-ı Hak takva sahiplerini "az küfre girmekle" medhüsena etmiş olur. Yani ayetin manası şöyle olur: “Takva sahibi kullar o kimselerdir ki günah işleyip kâfir olduklarında Allah'ı hatırlarlar ve af dilerler. Onlar kâfirlikte ısrar etmezler. Arada bir kâfir olur, sonra tekrar imana girerler.”
İşte ayetin manası böyle olur.
— Allah'ın takva sahiplerini "arada bir kâfir olmakla" övmesi mümkün müdür?
Eğer "Büyük günah işleyen kâfir olur." derseniz, "Evet, mümkündür. Allah onları arada bir kâfir olmakla methetmiştir." demek zorunda kalırsınız. Bu hüküm ise batıldır. Değil takva sahipleri, hiçbir mümin arada bir kâfir olmakla methedilmez.
Bu durum da ispat eder ki: Günah işlemek kişiyi kâfir yapmaz. Takva sahiplerinin dahi günah işlememek gibi bir sıfatı yoktur!
BÜYÜK GÜNAH İŞLEYENİN KÂFİR OLMADIĞINA DAİR ONUNCU DELİL
Enfal suresinin 29. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuş:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اِنْ تَتَّقُوا اللَّّ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَا نًا وَيُكَفِ رْ عَ نكُمْ سَي ئَاتِكُم وَيَغْفِرْلَكُمْ
“Ey iman edenler! Eğer Allah'a karşı takva sahibi olursanız Allah size bir furkan verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar.” (Enfal 29)
Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede, mümin kullarına "Ey iman edenler!" diye seslenmiş ve takva sahibi olmaları şartıyla onların günahlarını örtüp affedeceğini beyan buyurmuş.
Şimdi şöyle bir tahlil yapalım:
Birinci sorumuz şu: Allahu Teâlâ'nın hitap ettiği bu kişiler mümin midir değil midir?
Elbette mümindir. Bunun delili, Allah'ın onlara "Ey iman edenler!" diye seslenmesidir. Eğer mümin olmasalardı bu hitaba mazhar olamazlardı.
İkinci sorumuz şu: Bu müminlerin günahları var mı?
Elbette var. Çünkü Allahu Teâlâ onlara günahlarını affetmeyi vaat ediyor. Affın olabilmesi için ilk önce günahın bulunması lazım. Günah olmadan af olmaz. Allah'ın onlara, "Günahlarınızı örterim ve sizi bağışlarım." demesi ispat eder ki bu kişiler evvelde günah sahibidir. Bu günah küçük günah da olabilir, beşeriyet iktizasıyla nadiren işledikleri büyük günah da olabilir.
Bakın, Allahu Teâlâ günahı olan kişilere, "Ey iman edenler!" diye hitap ediyor ve onların imanını tescil ediyor. Allahu Teâlâ'nın bu hitabı ispat eder ki günah işlemek kişiyi imandan çıkarmaz ve küfre sokmaz.
Eğer günah işlemek kişiyi imandan çıkarsaydı Allahu Teâlâ onlara "Ey iman edenler!" diye seslenmezdi. Madem seslenmiş, o hâlde onlar mümindir; günahları onları imandan çıkarmamış ve kâfir yapmamıştır.
Bu da ispat eder ki amel imandan bir cüz değildir ve amelin terkiyle imandan çıkılmaz!
ON BİRİNCİ DELİL
Zümer suresinin 53. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuş:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَ نفُسِهِمْ لا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّّ إِنَّ اللَّّ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا
“De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları bağışlar.” (Zümer 53)
Bu ayet-i kerime günahkâr müminler hakkında nazil olmuştur. Bu ayetin müminler hakkında nazil olduğunun bir kısım delilleri şunlardır:
1. Ayette geçen "kullar" manasındaki عِبَاد kelimesi Kur'an'da hep müminler için kullanılmıştır. Mesela Furkan suresinde şöyle buyrulur:
وَعِبَاد الرَّحْمنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْْرَْضِ هَوْنًا
“Rahman'ın o kulları ki yeryüzünde tevazu ile yürürler.” (Furkan 63)
Yine İnsan suresinde şöyle buyrulur:
عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَاد اللَّّ “Bir pınar ki ondan Allah'ın kulları içerler.” (İnsan 6)
Bu ayetlerde olduğu gibi, Kur'an'ın diğer ayetlerinde geçen "ibad" kelimeleri de "müminler" için kullanılmıştır. Bu durumda, delil olarak gösterdiğimiz ayetteki "ibad" kelimesiyle de müminler kastedilmiş olmalıdır.
2. Ayetteki عِبَاد kelimesine "mütekellim ye'si" izafe edilerek, عِبَادِي denmiştir. عِ بَادِي
"Benim kullarım" manasındadır. "Benim kullarım" ifadesi, kıymeti ve şerefi gösteren bir ifadedir. Allah katında bu kıymet ve şeref ancak mümin kullara aittir. Zira Allahu Teâlâ kâfirler hakkında, أُولَئِكَ كَالَْنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ "Onlar hayvanlar gibidir hatta daha da aşağıdadır." buyurmuştur.
Demek, ayetteki "kullarım" manasındaki عِبَادِي ifadesi "teşrif ve kıymet" için olup, bu da ancak müminler hakkında geçerlidir.
3. Mümin, kendisinin Allah'ın kulu olduğunu itiraf eden kimsedir. Kâfir ise bu kulluğu reddeder. Dolayısıyla "kullarım" ifadesi müminlere daha uygun düşer.
4. Cenab-ı Hak ayet-i kerimede, bütün günahları bağışlayacağından bahsetmiştir ki bu, kâfirler için mümkün olamaz. Zira Allahu Teâlâ kâfirleri affetmeyeceğini birçok ayette beyan buyurmuştur. Bu durumda, bu ayet müminlerden bahsediyor olmalıdır.
5. Allahu Teâlâ ayet-i kerimede, kullarına "Gafur" ve "Rahim" isimleriyle muamele edeceğini beyan buyurmuştur. Bu isimlerle muamele etmesi ancak müminler hakkındadır. Allahu Teâlâ kâfirlere "Aziz", "Cebbar" ve "Müntakim" gibi isimleriyle muamele edecektir. Bu da ispat eder ki bu ayet-i kerime müminler hakkında inmiştir.
Bu ayetin müminler hakkında indiğine dair daha başka deliller de var. Maksat hasıl olmuştur diye bu kadarla iktifa ediyoruz.
Şimdi sorumuz şu: Ayet-i kerimede, يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَ نفُسِهِمْ "Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım!" buyrulmuş. Ayette bahsi geçen kulların müminler olduğunu ispat ettik.
— Peki, müminlerin nefisleri aleyhine haddi aşmaları ne demektir?
Aklınıza günah işlemelerinden başka bir şey geliyor mu? Herhâlde gelmiyordur. Nefsin aleyhine haddi aşmak, günah işlemek ve Allah'a isyan etmektir!
Cenabı Hak haddi aşan bu kullarını müminler zümresine dâhil etmiş ve onlara "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." buyurmuş. "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." ifadesi, kullarını ümitsizliğe düşmekten nehyetmektir ve yasaklamadır. Bu da ümidi ve keremi bekleme hususunda bir emir olur.
Allahu Teâlâ ümidi ve keremi beklemeyi emrettiğine göre, elbette zatına yakışan keremle muamele edecektir. Bu muamele de mümin kullarının günahlarını affetmesidir.
Ayrıca Allahu Teâlâ ayetin sonunda "Gafur ve Rahim olduğunu ve bütün günahları affedeceğini" beyan buyurmuştur. Bu da ispat eder ki günah işleyen mümin dinden çıkmamakta ve kâfir olmamaktadır. Zira kâfir olsaydı onun affı mümkün olmazdı.
Allahu Teâlâ kâfiri affetmeyeceğini onlarca ayetinde beyan buyurmuştur. Bu ayette ise müminlerin günahlarını affedeceğini beyan ediyor. İşte bu beyan ispat eder ki: Mümin günahı sebebiyle imandan çıkmaz ve kâfir olmaz.
ON İKİNCİ DELİL
Tevbe suresinin 38. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuş:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّّ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْرَْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاة الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَة فَمَا مَتَاع الْحَيَاة الدُّنْيَا فِي الآخِرَة إِلا قَلِي ل
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki ‘Allah yolunda cihada çıkın.’ denilince yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Hâlbuki dünya hayatının faydası ahirete kıyasla pek azdır.” (Tevbe 38)
Bu ayet-i kerime, İbni Abbas Hazretlerinin beyanına göre, Tebük Savaşı hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:
Peygamberimiz (a.s.m.) Taif'ten dönünce, Bizans ile cihad edilmesini emretti. O vakit sıcağın çok şiddetli olduğu bir vakitti. Medine'deki meyvelerin gelişip olgunlaştığı hasat mevsimiydi. Gidilecek mesafe çok uzaktı ve diğer savaşlar için yapılan hazırlıktan daha fazla hazırlık yapmaya ihtiyaç vardı. Bizans ordusu da çok kalabalıktı.
Bu gibi sebeplerden dolayı bazı sahabeler Bizans ile savaşmayı gözlerinde büyüttüler ve savaşa gitmek istemediler. Bazıları da savaşa gitmedi. Bu hadise üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil oldu.
Şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz: Allahu Teâlâ savaşa gitmek istemeyen ve Peygamberimiz (a.s.m.)'ın "Cihada çıkın." emrine muhalefet eden bu kişilere "Ey iman edenler!" diye seslenmiştir.
Şimdi şöyle bir tahlil yapalım:
— Allah'ın hitap ettiği bu kişiler mümin midir değil midir?
Elbette mümindir. Bunun delili, Allah'ın onlara "Ey iman edenler!" diye seslenmesidir. Eğer mümin olmasalardı bu hitaba mazhar olmazlardı.
— Cihad onlara farz mıydı değil miydi?
Elbette farzdı. Zira farz olmasaydı onlar cihadı terk ettikleri için böyle azarlanmazdı. Yine onların bu ameli, "Yeryüzüne çakılıp kalmakla" ifade edilmezdi.
Bakın, Peygamberimiz (a.s.m.)'ın "Cihada çıkın." emrine muhalefet eden ve farz cihadı terk edenlere Allahu Teâlâ "Ey iman edenler!" diye hitap ediyor ve onların imanını tescil ediyor.
İşte Allahu Teâlâ'nın bu hitabı ispat eder ki bir farzı terk etmek ve büyük günah işlemek kişiyi imandan çıkarmaz. Eğer günah işlemek kişiyi imandan çıkarsaydı, cihadı terk eden ve Peygamberimize muhalefet eden bu kişilerin kâfir olması lazım gelirdi. Bu durumda da Allah Teâlâ onlara "Ey iman edenler!" diye hitap etmezdi. Ama Allah böyle hitap etmiş. Madem böyle hitap etmiş, o hâlde onlar mümindir; farzı terk etmeleri onları imandan çıkarmamış ve kâfir yapmamıştır. Bu da ispat eder ki büyük günah işlemek ve bir farzı terk etmek kişiyi imandan çıkarmaz.
Ancak şunu yine hatırlatalım: Sakın bu tahlillerden "günahı hafife alma" dersini çıkarmayın. Günahın ve farzları terk etmenin çok büyük neticeleri vardır. Kişiyi kâfir yapmasa da Allah'ın gazabını celbeder, cehenneme girmesine sebep olur ve kişiyi Allah'ın rahmetinden mahrum eder. Daha bunlar gibi birçok kötülüğü vardır. Konumuz günahın çirkinliği olmadığı için işin bu kısmına girmiyoruz. Bu noktayı unutmayın!..
Hiç yorum yok