Grid

GRID_STYLE

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ads

//

Canlı Akış

latest

Dua eden "Ya Muhammed Yetiş” “Ya Falan Yetiş”

İTİRAZ Dua eden "Ya Muhammed Yetiş” “Ya Falan Yetiş” derken, nasıl oluyor da teveccüh Allah'a (Celle Celâluhû) oluyor? Nasıl oluyor...


İTİRAZ


Dua eden "Ya Muhammed Yetiş” “Ya Falan Yetiş” derken, nasıl oluyor da teveccüh Allah'a (Celle Celâluhû) oluyor? Nasıl oluyor da aslında yardım istenilen Allah (Celle Celâluhû) oluyor. Nasıl oluyor da aslında yardım istenilen bir kul olduğu halde, aslında Allah'dan (Celle Celâluhû) istemek ve O'na dua etmek' olarak algılayıp caiz görebiliyorsunuz?


CEVAP


Subki (v. 771/1369)'nin istiğâse konusunda işâret ettiği teʼvil yolu, belâğat ilminde “mecazı akli" diye bilinmektedir. Mecazı akli, fiilin hakiki faili ve müessirine (ma hiye leh) değil de o failin mekân, zaman sebep gibi alakası bulunduğu bir şeye isnat edilmesi demektir. Bu edebi sanata göre “Yeryüzü ağırlıklarını dışarı çıkardığı zaman...” âyetinde, ağırlıkları dışarı çıkaran Allah olduğu halde, fiil hakiki faile değil, fiilin mekanına isnat edilmiş fakat Allah murad edilmiştir. Allah, birçok icraatlarını sebepler dairesinde yürütüyor. Bu, O'nun kudsî hikmetinin bir gereği.

 Sebepleri yaratan da O, belli vazifelerde çalıştırılan da. O halde, sebep ne inkâr edilecek, ne de ona olduğundan fazla önem verilecek. Bunların biri ifrat,

diğeri ise tefrit. Ve ikisi de sırat-1 müstakimden uzak.

Bahçemdeki falan ağaç, bu sene şu kadar meyve verdi", diyen adam, bunu böylece ifade eder. Ama meyveyi ağacın eliyle aldığı için konuş ağacı da meyveyi de Allah'ın yarattığını bilir. Kendisine sorduğumuzda masında, mecaz olarak, bu ifadeyi kullanmıştır. Şimdi, bu adama: "Sen şirke düştün, ağacı Allah'a, haşa, ortak koştun" diyen adam ifrattadır. İnsanlara rahmet eden, onları rızıklandıran Allah'dır; ama ağacı bu rah- metine vesile etmiş, sebep kılmıştır. Aynı şekilde, Güneşi de zemin yüzünün aydınlanmasına sebep etmiştir. Maddî rızıklara ve ışıklara böyle sebepler yaratan Allah'ın, manevî ihsanlarına da bazı makbul kullanını sebep kılması aynı şekilde değerlendirilmeli...

Bazıları şöyle demiştir: "Kur'an, Muhammed (Aleyhisselâm)'ın ağ- zından dökülmüştür; ama kim, O'nu Muhammed söyledi derse kâfir olur."

Bu aslında her mü'minin bildiği bir hakikat. Bazen "O'nu Muhammed söyledi" diyen Müslüman olabilir. Biz onu hemen tekfir etmeyiz çünkü Rasûlullâh'ın (aleyhisselam) ağzından dökülen âyetlerin Allah fermanı olduğunu Rasûlullâh'ın vesile olduğunu bildiğini biliriz. Tıpkı nur verenin de, rızık verenin de Allah olduğuna, Güneşin ve ağacın sadece birer sebep olduklarına inandıkları gibi, hidayetin de Allah'dan olduğuna, peygamberin buna sadece bir vesile olduğunun bilinmesi gibi.

Biz nasıl ki “ilaç içtim, başımın ağrısı geçti" derken her seferinde bu şeyi zihnimizden bütün detaylarıyla geçirmiyoruz. Bir kere biliyoruz ki Allah Teâlâ ilaca baş ağrısını geçirme özelliği ve ilacın içindeki terkibi oluşturan maddelere de böyle bir özellik bahşetmiş. Dolayısıyla bu özelliğin Allah Teâlâ'dan olduğunu bir sefer bilince ve buna bir sefer inanınca, her seferinde ilaç kullanırken bunu aklımızdan geçirmemiz gerekmiyor. İşte kuldan bir şey isteme yani tevessül ve istiğase de böyledir." Gerek su isterken gerek hayatta veya ölü olandan istiğasede bulunurken niyet/itikad

önemlidir. İtikade göre, bu istek şirk olabilir veya olmayabilir.

Allah Teâlâ işlerini vesilelerle görür, benim şu işimin hallinde "Ey Muhammed, yetiş" ya da "Yetiş ey Abdulkadir Geylânî" dediğimde; Allah Teâlâ ikramda bulunarak bu uzaktan seslenişimi, onlara duyurursa, onlar da benim için Allah Teala'ya dua ederslerse; Allah Teala da onlara yada meleklerine, bana yardım etmesi hususunda müsaade eder ve ayrıca bunu irade edip hålik ism-i şerifi ile dahil olup da bu işi yaratırsa işim Rasûlullah vesilestyle ama hakikatte Allah Teâlâ'nin filliyle hallolmuş olur. Kişi bu itikatini günlük yaşantımızdaki her isteğinde, su isterken ya da uzakta olandan istiğasede bulunurken uzunca tek tek söylemeden kısaca su ver ya da "Ey Muhammed yetiş" der. Eğer burada akli mecazı devre dışı bırakırsak hiçbir şey konuşamaz, anlatamayız. Şu işi ben yaptım, ben ettim, şu is şöyle oldu, böyle oldu dememiz bile yanlış olur. Çünkü mecâz-ı akli'yi devre dışı bırakırsak işleri her zaman hakiki fail ile birlikte zikretmemiz gerekir.


Söz gelimi; "ben yazdım" diyemeyiz, şunu dememiz gerekir;


"...ben klavyenin tuşuna basmayı ihtiyar eyledim, bunu murad ettim, ALLAH Teâlâ buna müsaade etti ve kendisi de irade etti, hâlik ism-1 şerifiyle buna müdahil oldu ve ve bu filli yaratmak suretiyle bana müsaade etti ben de klavyenin tuşuna basarak yazabildim..." gibi...


24 saat böyle mi konuşacağız? Kişinin bu işin aslında nasıl olduğunu bildikten sonra bunu her seferinde uzun uzun aklından geçirmesine ve de ayrıca diliyle ifade etmesine gerek yoktur. İşte kuldan bir şey isteme yani tevessül ve istiğase de “Yetiş yâ Geylânî" "himmet şeyhim / imdad meded şeyhim" diyen kişi de, yukarda uzunca yazdığımız şekilde bir itikata sahip iken bunu kısa bir sözle ifade etmiştir..


Savaşırken düşmanı öldürmek için silah kullanmak, aslında fiilen silah ve mermiyle tevessülden başka bir şey değildir. Gerçekte öldüren Allah Teâlâ olduğu halde, "hatta "(O gün) onları siz öldürmediniz; fakat onları Allah öldürdü. (Ey Rasûlüm! Düşmana ok) attığın zaman sen atmadın; fakat Allah attı" mealindeki (el-Enfâl, 17 ayetinde) düşmanı öldüren oku atanın Allah Teâlâ olduğu zikredildiği halde “öldürdüm” “öldürdü deriz. Bunu derken gerçekte öldürenin Allah Teâlâ olduğunu silahın/merminin vesile olduğunu biliriz. Bu itikadini uzunca ifade etmeden "silahımla öldürdüm" deriz. Ben öldürdüm diyene insana öldüren dirilten Allah'dır sen şirk işliyorsun dediğimizde, ben öldürdüm diyen kişi; "haşa benim niyetim öyle değil, öldüren Allah'dır ben vesile oldum der. Işte "Ey Muhammed, yetiş" ya da "Yetiş ey Abdulkadir Geylânî" diyen bir insanda, yardım edenin Allah Teâlâ olduğunu diğerinin ancak vesile olduğunu bilir.


Sûfiler, fenâ fi'l-ef'âl, fenâ fi's-sifat ve fenâ fi'z-zât mertebelerinde) Hakk'ın fiil, sıfat ve zatından başka bir şey müşahede etmezler. Ayrıca onun dışında herhangi bir mahlûkta kudret tevehhüm edilmesine, Allah'dan başka hakiki bir fail kabul edilmesine şiddetle karşı çıkarlar. "Yardım etti, yedirdi, içirdi, oturdu, kalktı” gibi sözler de mecazidir. Gerçekte yardım eden, yediren, içiren, oturtan, kaldıran Allah'dan başka bir varlık yoktur. Ne bir peygamber, ne bir veli, ne de herhangi bir yaratık Allah'ın irade ve kudreti olmadan asla yerinden kımıldayamaz.


İstiğasede bulunan Müslümanlar, yukarıda gösterdiğimiz hadislerdeki peygamberimiz'in tavsiyesi Sahabe'nin-Tabiin'in ve Selef ulemasının istiğase yapmalarından dolayı peygamberimiz'den ve kerâmet sahibi velilerden yardım istiyorlar. Yardım isterkenki niyetleri ve itikatleri şöyledir. Allah (Celle Celâluhû) benim seslenerek yardım istememi Rasûlullâh’a duyurup Rasûlullâh da benim için Allah'a (Celle Celâluhû) dua ederse, Allah (Celle Celâluhû) da onun duasını kabul edip melekleri ya da Rasûlullâh'ın vesilesi ile bana yardım olunmasına izin verebilir. Bu niyetle yapılan bu amelde Allah'a has bir sıfat yardım istenilen kula verilmemiştir. Verilmiş diyen varsa ispatlasın.


Allah yardım istediğimiz ölü ya da diri insana sesimizi duyursa da duyurmasa da; yardım olunmamıza izin verse de vermese de bu niyetle/ itikatle yapılan istigase şirk olmaz. Çünkü yardım istedigimiz kişiye Allah'ın bir sıfatını vermiyoruz. Allah'dan bağımsız bir güce sahip olduğunu düşünmüyoruz. Yardımı gerçekleştirecek olanın Allah olduğunu biliyor ve gerçekte de ondan istiyoruz. Bundan dolayı şirk değildir. Bu niyetini her defasında uzunca ifade etmeden kısaca “Yetiş Ya Muhammed” ya da “Yetiş ya Abdülkadir Geylani" der. Aynı bir kimseye "su ver" dememizde olduğu gibi. Niyete/itikade göre istiğase de su istemek te şirk olabilir. Su istediğin kişinin Allah'dan bağımsız onun izni olmadan su vermeye gücü var düşüncesi ile su ver dersen bu şirk olur.


İtirazcı şöyle demişti: "Ya Muhammed Yetiş” derken, nasıl oluyor da teveccüh Allah'a (Celle Celâluhû) oluyor? Nasıl oluyor da aslında yardım istenilen Allah (Celle Celâluhû) oluyor.


Bizde ona deriz ki: Allah Teâlâ'dan başkasına taşa puta secde etmek küfürken, nasıl oluyorda Kâbe'ye karşı secde etmekle aslında Allah'a secde edilmiş olunuyor?


İtirazcı bu sefer Kabe'ye secde etmemizi Allah'ın emridir. Allah şirk olan bir şeyi emretmez. Aslında niyetimiz taşa değil Allah'a'dır şöyledir, böyledir diyerek açıklama yapar. Evet nasıl ki Kabe'ye secde olayında kişinin itikadi önemli ise "Ya Muhammed Yetiş" derken de niyet yukarıda açıkladığımız gibi önemlidir. Kabe'ye secde eden bir müslüman her secdesinde niyetini uzunca anlatmıyor. Çünkü niyetini Allah Teâlâ'nın bildiğini biliyor. Gördünüzmü itikadi devre dışı bırakıp tekfirciler gibi fillin zahirine göre konuşursanız böyle hataya düşersiniz. "Yetiş ya Abdülkadir Geylani" "Yetiş ya Rasûlallâh" derken Abdülkadir Geylani hazretlerinin bizatihi kendisi Allah'dan bağımsız onun izni ve yardımı olmadan kesintisiz, sürekli bir kudret bulunduğunu düşünüp, seslenişimi anında duyar ve gelip yardım eder" diye vehmederse tehlikeli şirk olan budur. Yoksa arka planında büyük bir velidir; böyle dersem onun Allah Teâlâ'ya yakınlığı dolayısıyla Allah Teâlâ dilerse benim seslenişi mi ona duyurur Abdülkadir Geylani hazretleri de benim için ya Rabbim o kuluna yardım et derse Allah Teâlâ dilerse bu yardımı Abdülkadir Geylani hatırına/hürmetine melekleri vasıtasıyla yada kerâmet ilmi verdiği Abdülkadir Geylani hazretlerinin vesilesiyle bu yardımı yaptırabilir.


'Kuldan yapabileceği şeyler istenir, gücü yetmeyen şeyler istenmez' düşüncesi yanlıştır. Çünkü Allah (Celle Celâluhû) muktedir kılmadıkça kul bir iğneyi bile yerinden kaldırabilecek güce sahip değildir. Allah muktedir kıldıktan sonra da gücün küçüğü büyüğü bahis mevzûu olmaz. Gücün bir kısmını (mutlak manada) kulda görüp bir kısmını görmemek, hakîkatte güçte kulu Allah'a ortakçı yapmaktır. Esas şirk işte buradadır. Evimiz yanarken "yetişin yardım edin" derken; her defasında Allah sesimi size duyurursa size bana yardım etme izni verirse, siz de yardım etmek istiyorsanız, yetişip yardım edin diyor muyuz? demiyoruz. Kısaca "yetişin, yardım edin” deriz değil mi? İşte bir Müslümanın da yardım isterkenki itikadi budur. Uzunca ifade etmeden kısaca “Yetiş Ya Muhammed" der. İster uzakta olan bir kimseden isterse ölü olandan bu tür itikatle/niyetle yardım istemek şirk olmaz. Uzakta görmediğimizden ya da ölü olandan bu tür istek olur mu olmaz mı, onu da ayrıca uzunca deliller ve açıklamalarla anlatmak gerek. Bu konuyu Rasûlullâh'dan Sahabe'den Selef ulemasından gelen delillerle itiraz-cevap şeklinde açıklayacağız. Herhangi birinden bir şeyi isterken, onu hakîkatte Allah'dan (Celle Celâluhû), mecâz olarak da o kimseden istemek lâzımdır. Aksi hâlde akîde zedelenir. Konunun anlaşılması için bir kişiden iki aynı istekte bulunacağız. Fakat her istekte itikadımız farklı olacak. Birinci istek şirk türü, İkinci istek ise şirk olmayan istek olacak.


Birinci istek: Mesela çocuğum ölmek üzere ben doktora: “yetiş ya doktor, oğlumu kurtar", derkenki itikadım/düşüncem: “oğlumun eceli de gelmiş olsa, bu doktor isterse onu kurtarmaya gücü yeter kurtarır” şeklinde olursa bu şirk olur.


İkinci istek: "Yetiş ya doktor" derken itikadım/düşüncem “oğlumun eceli gelmişse doktorun yapacağı bir şey yok. Ancak Allah (Celle Celâluhû) izin verirse, doktor yardım edebilir” şeklinde olursa bu şirk olmaz. Evet bir kişiden iki aynı istekte bulunduk; biri şirk diğeri şirk olmayan istek türü.


Mesala ben sizden: “oğlumu diriltir misin?", diye bir istekte bulunsam şirk olur. Çünkü sizin böyle bir gücünüz ve izniniz yok. Ama Hazreti İsa zamanında yaşayan Hazreti İsa'ya inanmış bir insan olup ta "Ya İsa, oğlumu diriltir misin?, diye bir istekte bulunsam bu şirk olmaz. Çünkü Allah (Celle Celâluhû) kendine ait “ölüleri diriltme" sıfatın aynısı, özünde olan şekliyle değil de ancak bir nebze Hazreti İsa'ya vermiştir. Allah (Celle Celâluhû) bu güçleri ve izni verdikten sonra ölüleri diriltmek artık Hazreti İsa'nın da yapabileceği bir iş olmuş oldu. Ama buna "yaratmak" değil “kesbetmek" denir. Bir şeyi sadece Allah yaratabilir. Bir şeye gerçek anlamda güç yetirip olmasını murad edecek olan sadece O'dur. Şimdi: "Allah (Celle Celâluhû) kendisine has diriltme sıfatının aynısın Hazreti İsa'ya vermiş”, diyebilir miyiz?, aynısı değildir elbette ki. Hazreti İsa'nın zamanında yaşayan ve ona inanmış bir insan, Hazreti İsa'nın ölüleri diriltiğine şahit olduktan sonra ona bu gücü/izni Allah'ın (Celle Celâluhû) verdiği inancıyla: "ya İsa, oğlumuda diriltebilir misin? dese şirk olur mu? olmaz. Misallerde gördüğünüz "Yetiş ya doktor" derken de olduğu gibi iki istek; ama biri şirk diğeri değil. İşte gerek Allah (Celle Celâluhû) gerek Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) yanlızca Allah'dan isteyin derken; müşriklerin itikadiyle Allah'ı devre dışı bırakacak ya da ikinci plana düşürecek niyetle, gücü/izni olan ve olmayandan her ne olursa olsun kimseden bir şey istemeyin manasıyla kasdıyla söylenmiştir.


"Ameller(in kabulü ve sevabı) ancak niyetlere göredir ve herkes için ancak niyet ettiği vardır." "

 Buhârî "Bedü'l-Vahy" 1, (no: 1, 1/3), Müslim "İmare" 45, (no: 1907, 3/1515).


Allah Teâlâ ben kulumun niyetlerine bakarım derken, tekfirciler ise amellere bakarak tekfir ediyorlar. Tabii ki yardım istenilen kerâmet sahibi bir Allah dostunun Allah'dan bağımsız ve izine ihtiyaç duymadan istediği zaman istenileni kerâmetinden dolayı yapacağına inanmak ta, bu itikatle onlardan bana şunu bunu ver diyerek istekte bulunmak ta şirktir. Bu mantıkla istemek müşriklerin putlarına olan inancı inancı/istekleri gibidir. Müşrikler her sıkıntılarında putlarına gidip onlara kurban kesip secdeyle ibadet edip, isteklerini putlarından istiyorlardı. Allah'ın (Celle Celâluhů) güç/izin/ilim vermemesine rağmen, putlanını Allah'a (Celle Celâluhů) denk tutup O'nun izni olmadan istediklerini yapabileceklerine inanarak, putlarından istemek suretiyle şirk işliyorlardı. İşte bundan dolayı, Fatiha Süresi'ndeki ayetin ve hadisteki “insanlardan istemeyin" kelamının maksadının: "müşriklerin itikadi ile hiçbir kimseden bir şey istemeyin", şeklinde anlaşılması gerekir.


Bu açıklamalardan sonra sanırım itirazcının "Allah'a (Celle Celâluhû) ait olan sıfat bir insana verilmekle, Rubûbiyyete Ulûhiyyet İsim ve Sıfat Tevhidin de şirk koşulmuş olunur” iddiasının doğru olmadığı anlaşılmış oldu. Allah'ın (Celle Celâluhů) “dostlarım” dediği, ilim/izin/güç verdiği, kerâmet ehli bir veliyi putlarla; veliye Allah'ın bir sıfatını vermeyen, Allah'a denk eşit görmeyen, ibadet etmeyen Müslümanları da müşriklerle kıyaslayıp Müslümanları tekfir etmek, edip sap ile samanı karıştırmak ancak ya cahil, ya art niyetli ya da içimizdeki ajan kılıklı insanların yapabileceği bir iştir. Caiz olan istiğase ile caiz olmayan istiğase karıştırılmamalıdır. Allah'ın (Celle Celâluhů) Hazreti Hızır'a (Aleyhisselâm), Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayana kadar getiren insana, cinlere, ölüleri dirilten Hazreti İsa'ya ancak Allah'ın yapacağı işleri yapma gücü verdiği gibi; eğer izin verirse, insanlar da Allah (Celle Celâluhů) verdiği güç ve izin ile olağanüstü işler yapabilirler. Ama buna “yaratmak" değil “kesbetmek" denir. Bir şeyi sadece Allah yaratabilir. Bir şeye gerçek anlamda güç yetirip olmasını murad ettiğinde olduren sadece O'dur. Sadece Allah Teâlâ'nın yapmaya güç yetirebileceği bir işi, Allah'dan değil de o işi yapamayacak dikkat edin yapamayacakolan bir insandan istemek şirktir. Bu doğrudur, bu tür bir istek şirk türü bir istektir. Fakat burada mühim olan mesele, Allah Teâlâ'nın kendi muradı doğrultusunda, kısmen muktedir kılarak normalde ancak kendisinin yapabileceği bazı harikulade olan işlerin cüzzi miktarını gerçekleştirmede Peygamberlerine, meleklerine, cinlere ve veli kullarına olağanüstü güç ve tasarruf izni verebileceğidir.


İtirazcı “ölü sizin seslenmenizi duymaz, diyebilir. Kitabın başında "ölü işitir mi" konusunda Rasûlullâh'ın, Sahabe'nin, Selef uleması ve dört mezheb imamlarının ölülerin işittiğini söylediklerini kaynakları ile açıkladık. Ayrıca İbn Teymiyye ve talebesi İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye, ölülerin işittiğini ve ölülerin dirilere faydalarını anlatmışlardır. İbnu'l-Kayyim elCevziyye bunları ispatlamak için, Kitabu'r-Ruh adlı tafsilatlı bir kitab yazmış.


Et-Tayâlisi'nin Câbir'den rivâyet ettiği "Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir...."hadisi ki tahriç ve değerlendirilmesi dirilerin ölülerden faydalanması konusunda izah edildi.

 Musned-i Ebi Davud Et-Tayalisi, 3/340, no: 1903 Daru Hicr baskısı, Mısır Minha 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta'lik-i 10/532 ez-Zeyn hadis sahihtir diyor aynı yer.


Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:


Bana salât-ü selâm getiriniz. Çünkü salât-ü selâm nerede olursanız olun bana ulaşır." "

 Ebû Davud "Kitabu'l-Menasik" 2042; (Ebû Dâvud sahih sened ile rivayet etmiştir.) Ahmed b. Hanbel ve Nesri, İhsan Özkes, Imam Nevevi, Riyazu's-Sâlihîn Tercüme




Niçin Allah'dan Başkasından Yardım İstenilir:


"Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" ayetinde sadece Allah'dan yardım isteyeceğimiz bildirildiği halde; Allah, (Celle Celâluhû) “Dua edin, duanıza icabet edeyim" (Mü'min 60) dediği halde neden doğrudan Allah'dan istemiyorsunuz? Diye sorduklarında deriz ki: biz şeyhimize veya kendi kafamıza göre istiğasede bulunmuyoruz. İstiğase yapmamızı bize Rasûlullâh tavsiye ettiği için, Sahabe-Tabiin istiğase yaptığı için Ahmed b. Hanbel gibi Selef alimleri istiğase yaptığı için, İmâm-1 Ebû Bekr-i Mukrî ve İmâm Nevevî gibi birçok Ehl-i Sünnet alimleri istiğase yaptığı için." Bu ve daha bir çok delillere dayanarak istiğase yapılmasının caiz olduğunu gördüğümüz için istiğasede bulunuyoruz.


Nisa 64. Ayette Allah:


"Onlar sana gelselerdi, sen de onlar için mağfiret dileyip dua etseydin" buyurdu. "Bana gelselerdi dualarını kabul ederdim” buyurmadı, neden? Evet Allah Teâlâ "dua edin duanıza kabul edeyim” buyuruyor ve Rasûlullâh buna bir açıklık getiriyor.


Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) buyurdu:




 Ey Enes! Helâl kazan! Duan kabul olur. Zira kişi ağzına haram bir lokma götürürse, kırk gün duası kabul olunmaz. Rasûlullah (Sallalllâhu Aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 1



"En çabuk kabul edilen duâ, mü'minin mü'mine duasıdır." 2




Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) "Üveysü'l-Karani'yi görürseniz, kendisinden duâ talep edin” buyurmuştu. 3 Neden başkasının bizim için dua etmesine ihtiyaç duyuldu? Neden Ayette yalnızca Allah'a dua edin dendiği halde Rasûlullâh “Üveysü'l-Karanî'yi görürseniz, kendisinden duâ talep edin” buyurmuştu? Demek ki bizim hatalarımız, dualarımızın kabul edilmeyişinde bir etken oluyor ki tevessüle ve istiğaseye ihtiyaç duyulmuş. Ayrıca şu hadisler de bizim istiğase yapmamıza sebep olmuştur:


"Şüphesiz ki Allah Teâlâ'nın, yeryüzünde hafaza meleklerinin dışında melekleri vardır ki ağaç yapraklarından düşenleri yazarlar. “Sizin birinize çöl arazisinde bir aksaklık isabet ederse 'Ey Allah'ın kulları! (Bana) yardım edin' diye seslensin!" buyurmasına, 4


Abdullah b. Ömer'in (Radıyallâhu Anhumâ) ayağı uyuştuğu zaman Yâ Muhammed!. (Türkçesi Ey Muhammed imdadıma yetiş!) demesine, 5


Ayrıca İbn Teymiyye'nin talebesi Hafız b. Kesîr'in naklettiğine göre


6 Yemâme Savaşı'nda Müslümanların şiârı (os) Ya Muhammedâhu Ya Muhammed! (Ey Muhammed imdadıma yetiş!) sözleriydi. Hâlid b.Velid'in (Radiyallâhu Anh) de bu sözü söylemesine, geride geçen 5 hadiste olduğu gibi Mâlik ed-Dâr'ın rivayet ettiği, Sahabe'nin Rasûlullâh'ın kabrine gelip yardım istemesine uyarak bir Müslüman istiğasede bulunur. Buna şirk diyen bilmeden Rasûlullâh'ı, Sahabe'yi ve Tabiin'i şirk işlemekle itham etmiş olur. Yukarıda bahsettiğimiz hadislerin her iki tarafa göre tahriç ve değerlendirmeleri ileriki sayfalarda uzun uzun kaynakları ile birlikte açıklanınca istiğasenin şirk olmadığına şahit olacaksınız.


1, Müslim, Fazâil: 55 

2,Tirmizî, Ebû Dâvud, Buhârî: el-Edebül-Müfred 

3 Hâkim, Müstedrek, Ma'rifetü's-Sahâbe: 5274 

4, İbn Hacer, Muhtasaru Zevâidi'l-Bezzâr, (no: 2128), II, 420. 

5, Bu rivâyeti, İmâm Buhârî de, el-Edebu'l-Müfred'inde, Ebû Nüaym, Süfyân, Ebû Ishâk ve Abdurrahmân b. Sa'd yoluyla rivâyet etmiştir. İbn Teymiyye, el-Kelimu't-Tayyib isimli kitabına almıştır: 131.

 6, el-Bidâye ve'n-Nihâye, VI, 324.


Hiç yorum yok