Grid

GRID_STYLE

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ads

//

Canlı Akış

latest

Allah'a Has Olan Sıfat Hakkında Kısa Açıklama

 İTİRAZ Bu evrenin sahibi Allah'tır. Bu evrende Allah'ın izni olmadan bir yaprak düşmez. Allah'ın izni olmadan Allah'dan baş...

 İTİRAZ


Bu evrenin sahibi Allah'tır. Bu evrende Allah'ın izni olmadan bir yaprak düşmez. Allah'ın izni olmadan Allah'dan başka kimse bu evreni idare edemez. Allah'ın Rubûbiyyeti gereği, O'na mahsus olan kâinattaki tasarruf ve tedbiri bir takım salih kimselere nisbet etmek, onların da bu hususta güç sahibi olduğuna inanan Allah'a (Celle Celâluhû) has bir sıfatı bir insana vermiş olur. İstiğasede bulunanlar da ancak Allah'ın yapabileceği işleri yapamayacak olan sizi görmeyen, işitmeyen, uzakta olan ya da hayatta olmayan bir insandan "Yetiş Yâ Rasûlallâh” “Yetiş Ya Abdulkadir Geylani” diyerek yardım istiyorlar. Uzakta olan birini yardıma çağırmak; medet umulanın yardım isteyenin sesini duymasını, onun olduğu yeri bilmesini ve onun sıkıntısını giderecek kudrete sahip olmasını gerektirir. Bunlar ise yanlız Allah'a has olan sıfatlar olup, ancak Allah'ın yapabileceği işlerdir. Allah'a has olan bu sıfatları kullara vermekle olunur. ortak koşmuş


CEVAP


Allah (Celle Celâluhû) şöyle buyurdu:


"Ve o'(insan)'ı semî' ve basîr yaptık (insan 2 ayet)


Hâlbuki Allah Teâlâ, başka bir âyette


O (Allah) dir, 'semî' ve 'basîr' olan” (İsra 1 ayet)


"Rabbin hâdî ve Nasîr/yardımcı olarak yeter." (Furkan 31 ayet)


Ancak, sebeb olmak alâkasıyla Allah Teâlâ hâdî ve Nasîr sıfatlarından başta nebîleri olmak üzere kullarına da bir nebze vermiştir. Allah Teâlâ'nın sözleri arasında çelişki olamayacağına göre,“sâdece kendine âit has olduğunu bidirdiği Semi (işitmek), Basar (görmek), nasir sıfatlarından cüzî ve mecâzî de olsa kullarına dahî verdiğini Allah Teâlâ haber verdi. Allah (Celle Celâluhû) kendisine has olan Ğafûr, Rahmân/Rahîm/Kahhâr/Cebbâr olmak gibi sıfatlarını kullarına bağışlayıcılık, merhâmet etmek ve diğer sıfatlarından kendisindekiyle kıyaslanmayacak derecede az bile olsa vermiyor mu?. Gaybı bilmek meseleside böyledir. "De ki: Göklerde ve yerde Allah'dan başkası gaybı bilmez." (Neml, 27/65) halbuki Rabbimiz başka ayette "bildirdiklerim müstesna” buyuruyor. Aynı şekilde, bu olağanüstü işleri yapma ilmini Allah'ın sınırlı bir iznine bağlı olarak vermesi neticesinde bir kulun uzakları görmesi, bir anda gidip gelmesi, uzaklardan duyması, yardım isteyene yardım etmesi gibi kerâmet sıfatıları olabilir. Fakat Allah'ın zatına bağımsız müstakil şekilde var olan görme duyma sıfatları gibi değillerdir. "Allah kendi zatına has olan "basar" sıfatının aynısını bir insana verdi" diyebilir miyiz? Elbette ki diyemeyiz.


Bu konunun anlaşılması için Selefi görüşü üzerine olduğunu iddia edenlere şu soruları soralım:


Ölüleri diriltmek sadece Allah'ın yapabileceği bir iş mi?


Canlıların canını almak sadece Allah'ın yapabileceği bir iş mi? Uzakları görüp yardım etmek sadece Allah'ın yapabileceği bir iş mi? Tabiat olaylarını idare etmek sadece Allah'ın yapabileceği bir iş mi? Eğer evet sadece Allah'ın yapabileceği iş derlerse o zaman onlara şöyle cevap vermek lazım:


Kainatta vuku bulan bütün olaylarda iki sebep etkindir. Bunlardan biri hakiki sebep, diğeri ise zahiri sebeptir. Hakiki sebep, olayın vuku bulmasındaki asıl sebep olup ilahi iradeye bakar. Yani bütün olay ve gelişmelerde Fail-i Mutlak olan Yüce Allah'ın (Celle Celâluhû) takdir ettiği ve olmasını istediği şeyin, yeri ve zamanı gelince olmasını gerektiren sebeptir. Zahiri sebep ise, asıl sebep olmayıp ilahi irade ve kudrete adeta perdedarlık yapıp dikkatleri kendine celbeder.


Kâdir-i Mutlak olan Cenâb-ı Hak, bir şeyi murâd ettiği zaman ona “Kün” yâni "ol" der ve o iş gerçekleşir. Buna rağmen Allâh Teâlâ ilâhî murâdi muktezasınca, bâzı hâdiselerin tasarrufunu birtakım kullarına tevdî eylemiştir. Hakikatte o tasarruflar, yine Rabbimizin yaratıcı sıfatıyla o işe dâhil olmadığı müddetçe gerçekleşemezse de Cenâb-ı Hak böylesi tasarruflarda bu kullarını birer vâsıta kılmıştır. Tıpkı dört büyük melekte olduğu gibi. İşleri tedbîr edenler hakkı için (Nâziât: 5)


Bu ayetteki “tedbir edenler'i” bazı alimler, “melekler” olarak tefsir etmişlerdir Melekler de Allah'ın kullarıdır, Allah'ın (Celle Celâluhû) onlara ihtiyaçı yoktur. İhtiyacı olmadığı halde onlara bazı işler için görev vermiştir ve onlar da bu işleri yaparak vesile olmuş olurlar. Bu işleri yapmakla Allaha ortak olmuş olmazlar, Hazreti Mikâil (Aleyhisselâm), dört büyük melekten biridir. Tabiat olaylarına, insanlara, hayvanlara ve bitkilere, rızka ve yağmura nezaret eden melektir. Evet Allah'ın izni olmadan Allah'dan başka kimse bu evreni idare edemez. Allah (Celle Celâluhû) evreni idare etmek için kimseye muhtaç değildir. Fakat dilerse bazı kullarına bazı görevler vererek onları vesile kılabilir. Bunlar melekler de olabilir insanlar da. İzin ve görev vermez diyenin önce akidesini kontrol etmesi lazımdır. Meleklerin temel görevleri Allah'a kulluk etmek O'nun emirlerini yerine getirmektir. Melekler görevleri açısından bir kaç gruba ayrılır. Melekler yüklendikleri görevler itibariyle farklı isimlerle anılmışlardır. Bunlardan dördü, büyük melek olarak bilinmektedir: Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl ve Azrail. Bilinen diğer melekler de şunlardır:


Münker-Nekir (Ölümden sonra, kabirde sorguyla görevli melekler), Kirâmen Kâtibin/Hafaza (İnsanların amellerini yazmakla görevli melekler), Hamele-i Arş (Arşı taşıyan melekler), Hazin (Cennet ve cehennemde bekçilikle görevli melekler),


Zebânî, Mâlik (Cehennemde görevli melekler), Ridvân (Cennette görevli melekler),


Mukarrabûn ve İlliyyûn (Allah'a çok yakın ve onun katında üstün mevkiye sahip melekler). Peki Allah (Celle Celâluhû) insanlara bu tür bir görev, güç vermiş midir? Şimdi biz, Allah'ın bu işleri tek başına yapmaya gücü varken niye meleklere bu görevi versin diyebilir miyiz? Elbette ki Cenâb-ı Hak bu işleri/olayları o meleklere gerek olmaksızın doğrudan doğruya da gerçekleştirebilirdi. Fakat Allâh Teâlâ, ilâhî irâdesiyle onlara böyle bir vazife ve salâhiyet vermiştir. Meleklerin güç ve kudreti de esâsen Cenâb-ı Hakk'ın kudretindendir. O gücü onlara veren Allâh Teâlâ'dır. Allah'a (Celle Celâluhû) has olan yaratma öldürme ve tabiat olaylarını idare etme sıfatları ise, bir başlangıcı-sonu olmayıp kimsenin sınırlı yetki ve izin vermesine muhtaç olmayan şeklidir. Tüm kainatı yaratıp yok etme, düzenleyip idare etme gücüne sahip olması Allah'a (Celle Celâluhû) has olan sıfattır. Demek ki Allah (Celle Celâluhû) zatına has olan sıfatı ile meleklerini görevlendirirken verdiği bazı imkanlardan oluşan sıfatlar, Allah'a (Celle Celâluhû) has olan şekliyle aynı sıfatlar değildirler.


Bütün mahlûkâtın güç ve salâhiyeti de bunun gibidir. Allâh Teâla, peygamberlerine de bâzı tasarruf salâhiyetleri vermiştir. Bunlar arasında Süleyman (Aleyhisselâm)'in hayvanâtın dillerini bilmesi, rüzgarlara ve cinlere hükmetmesi meşhurdur. Hazreti İsa (aleyhisselâm) şöyle diyordu: "Ben size Rabb'inizden bir ayetle geldim. Ben sizin için kuş şeklinde çamurdan bir şey yapar, sonra onun içine üflerim ve o Allah'ın izniyle bir kuş oluverir. Allah'ın izniyle doğuştan körü, alacalıyı iyileştiririm, ölüleri diriltirim. Yediklerinizi ve evlerinizde depoladıklarınızı size haber veririm. Bunda sizin için bir ayet vardır. Hiç kuşkusuz, Allah, benim de sizin de Rabb'inizdir. Şu halde O'na ibadet edin." Al-i İmran Suresi: 49


Bütün bunlar Allah'ın izniyle gerçekleşirdi. Allah (Celle Celâluhû) Hazreti İsa'nın (Aleyhisselâm) bu mucizelerini kendisinin izniyle yaptığını belirtiyor:


وَتُبْرِئُ الأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَى بِإِذْنِي.

 Doğuştan kör olanı, alacalıyı (cüzzamlıyı) iznimle iyileştiriyordun, (yine) Ben'im iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. Maide: 110


"Ahir zamanda zuhur edecek olan Deccal, harikulade haller ve istidrâca mazhar olur. İnsanı öldürüp diriltmesi ve diğer harikulade halleri vardır. Göğe emreder de yağmur yağar, toprağa emreder de her türlü bitkiyi çıkarır.'

 "  Müslim 2934, 2937, 2939, 2942, 2944; Buhari 6979; İbn Mace 4072; Müslim, 20-21 (110-113); Tirmizi, Fiten: 59 (224); Ebu Davud, Melahim: 14 (4321); Müstedrek, IV, 337-339.


Kadir-i Mutlak olan Allah Tealâ Peygamberlerinden başka meleklerine ve velilerine de tasarruf izni vermiş, onlara olağanüstü güç ve kudret ihsan etmiştir. Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, saltanatı gereği dilediği işlerini dilediği şekilde meleklerine yaptırır. Bunlar ayet ve hadislerde belirtildiği üzere sayılamayacak kadar çok işlerdir. Aynen bunun gibi, Allah Tealâ kendi muradı doğrultusunda, mübarek zatlardan dilediğine dilediği hususlarda tasarruf ettirir. Onlara olağanüstü güç ve kudret ihsan eder.


İşin özü yukarıda anlattıklarımızdan anlaşılacağı üzere, normalde sadece Allah'ın (Celle Celâluhû) yapabileceği olağanüstü işler iken bunları yapma izni gücü ilmini bu kullarına da vermesidir. Vermesinden sonra artık bu ve benzeri olağanüstü işler yalnız Allah'ın yapacağı bir iş olmaktan çıkıp bu kulların da yapabileceği iş olmuştur. Allah Teâlâ'nın Hazreti Ömer'e (Radiyallâhu Anh) binlerce kilometre'yi görüp/duyup yardım etme iznini verdiği gibi kerâmet sahibi veli kullarına da bu gücü/ilmi/izni vermiştir. İleriki sayfalarda, bu olağanüstü kerâmetleri veli kullarına verdiğine dair ayet ve hadisleri, Sahabe ve Selef/Halef ulemasın sözlerini ve İbn Teymiyye'nin gerçek evliyanın uzakları görüp yardım edebileceğni söylemesi gibi bir çok örnekleri göstereceğiz. 


Durum böyle olunca bir kul Rasûlullah'ın öğrettiği gibi gayıpta olana "Ey Allah'ın kulları bana yardım edin" ya da Sahabe'nin yaptığı gibi "Ya Muhammed" Türkçesi: "Ey Muhammed Yetiş" dediği zaman şirk işlemiş olmaz. Çünkü yardım isteyen Allah'a has olan bir sıfatı yardım istediği kişiye vermiş olmaz. Allah'ın izin verdiği kişiden izin verileni talep etmek vardır burada. Bunu da Rasûlullâh ve Sahâbe yaptığı için yapar. Bu hadisler ileriki sayfalarda itiraz cevap şeklinde daha geniş şekilde açıklanacak.


Bu mesele anlaşıldıktan sonra Selefi görüşü üzerine olduğunu iddia edenlerin müşrikler hakkında inen ayetleri kafalarına göre yorumlayıp Müslümanları da bu tehdide dahil etmelerinin bir anlamı kalmaz. Çünkü müslümanların itikadi ile müşriklerin itikadı bir değildir. Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenler, bunu bilip söyleyen tasavvuf ehlini Allah'a has olan vasıfları bu kullara vermekle ve onları Allah Teâlâ'ya ortak koşmakla itham edip tekfir ediyorlar. İşin aslı ise Allah'ın sıfatlan mutlak/ sınırsız ve hakîkî, kullarına verdiği ise mukayyed/sınırlı ve Allah'a nisbetle mecâzîdir. Tekfir edenlerden ilim sahipleri bunu bildikleri halde avamdan taraftarlarını kaybetmemek adına konuyu saptırıp işi şirk konumuna getiryorlar. Cehâlet sebebiyle, İslâmî hakîkatlere çirkinlik vasfını yakıştırmakla takınılan çirkinlik sıfatı, elbette bir yanıyla Allah'dan değil şeytândan alınmadır.


Hiç yorum yok