Grid

GRID_STYLE

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ads

//

Canlı Akış

latest

Müşrikler Rububiyet Tevhidini Biliyordu' Sözü Doğru mu?

 Bu mesele ile ilgili delillere geçmeden son bir gelişmeyi açıklamam gerek. Selefi görürüşü üzere olduğunu iddia edenler üç dört sene öncesi...

 Bu mesele ile ilgili delillere geçmeden son bir gelişmeyi açıklamam gerek. Selefi görürüşü üzere olduğunu iddia edenler üç dört sene öncesine kadar "Rubûbiyyet tevhidini müşrikler de bilip iman ediyorlardı." diyorlardı. Şimdi bu görüşlerinden dönüp şöyle demeye başladılar.” Mekkeli müşrikler Rubûbiyyet tevhidini biliyorlar ama iman etmiyorlardı"

İkinci olarak bir görüşten daha döndüler. "Tevhidin üçe taksimini ne Sahabe ne Tabiin nede Etbau't Tabiinden hiç kimse böyle bir taksim yapmamıştır. Alimlerimiz meselenin daha iyi anlaşılması için böyle bir metot geliştirmişler” dediler. Daha önceden Resulullahın, Sahabenin yapmadığı sonradan dine sokuşturulan her şey bid'attir, bid'atin iyisi kötüsü olmaz diyorlardı. Bu durumda kendi itiraflarına göre Resulullahın, Sahabenin yapmadığı Tevhidi üçe taksim etmeleri bid'at. Ya bundan vazgeçecekler. Ya da tasavvuf alimlerin aynı şekilde müridin daha iyi kavrayıp başarılı olması için sonradan çıkardıkları metotları bidat diyerek red etmeyecekler.

Ebu Hamid b. Merzuk, Ehl-i Sünnetin Müdafası Bera'atü’l-Eş’arîyyîn min Ak’aidi’l-Muhalifîn adlı eserinde şöyle diyor: "İbn Teymîyyé'nin rubûbiyyet tevhidi ile ulûhiyyet tevhidi hakkındaki görüşlerine yazdığı eserlerin dört yerinde aynı şekilde rastladım. Okuyucuların anlaması için önce İbn Teymîyyé'nin bu görüşlerini zikredip sonra iptal edeceğim.

Ebu Hamid b. Merzuk: Ben de şunu derim ki, İbn Teymîyyé, yazdığı eserlerinde arzusunu, avam tabakası ile onlara benzer birçok sahte fakihlerin pazarlarında değerlendirilmesi için, sâlih Selef zatlarından, Kur'an ve hadisten bahsetmekle onları şaşırtmıştır. Ancak İbn Teymîyyé, yukarıda geçen bu sözüyle görüşlerini açıklamış, söylediği şeyleri ne Kur'an'ın ve hadîsin ne de Selef'in dediklerine bağlayabilmiştir. Ben de Allah'ın kudret ve tevfikiyle, İbn Teymîyyé'nin basit düşünceli kimseleri şaşırttığı ölçüde, kendisini tam ve gerçek olan kesin delillerle değerlendirerek derim ki: Yukarıda İbn Teymîyyé'nin dört yerde söylediği bu sözler bâtıldır:

Birincisi: İbn Teymîyyé'nin mezhebine intisap eylediği Ahmed b. Hanbel ve talebeleri tevhidi, rubûbiyyet tevhidi ve ulûhiyyet tevhidi diye ikiye ayırmamışlardır.

İkincisi: Etbâ’ü’t-Tâbiîn’den herhangi birisi, talebesine tevhidin iki kısımdır, bunlar rubûbiyyet tevhidi ile ulûhiyyet tevhididir; ulûhiyyet tevhidini bilmeyen kimsenin rubûbiyyet tevhidini bilmesine değer verilmez, dememiştir. Şayet İbn Teymîyyé ile insan ve cinler bile bunun isbatı için birleşseler, mezkûr kimselerin hiçbirisinden böyle bir rivayeti ispat edemezler.

Üçüncüsü: Tabiînden hiçbirisi, talebesine mutlak tevhidi, rubûbiyyet tevhidi ile ulûhiyyet tevhidi diye iki kısma ayırmak gerektiğini dememiştir.

Dördüncüsü: Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in sahâbesinden (Radiyallâhu Anhum) hiçbirisi, tevhidi rubûbiyyet tevhidi ile ulûhiyyet tevhidi olmak üzere iki kısma ayırmamıştır. "Ulûhiyyet tevhidini bilmeyen kimsenin rubûbiyyet tevhidini bilmesine önem verilmez, çünkü müşrikler de rubûbiyyet tevhidini bilip iman ediyorlar," dememişlerdir.

İbn Teymîyyé ile arkadaşlarını bu yeni çıkarılan tevhid taksimi hususunda, zail bir rivayetle de olsa bize nakletmeleri ve ispat etmeleri gerekir.

Beşincisi: Aziz ve yüce Allah’ın kitabının geniş beyanı olan Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in hadislerini içine alan Sahih’ler, Sünen’ler...


Müsned ve Mu'cem'lerde, rubûbiyyet tevhidi ile ulûhiyyet tevhidi diye tevhidin iki kısma ayrıldığını gösteren bir delil yoktur.

Altıncısı: Tâ ki, Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in halkı dine daveti, "Lâ ilâhe illallâh ve enne Muhammeden Rasûlullâh" kelime-i şehadetinin söylenilmesinden ve putlara tapmaktan vazgeçilmesinden ibaret olduğu hususunda hadîs kitaplarında fazlasıyla rivayet geçmektedir. O hadislerden en meşhuru, Hazreti Muaz b. Cebel'in hakkında rivayet edilen hadis-i şeriftir. Ki, onu Yemen'e gönderirken kendisine şöyle buyurdu:

— "Onları, 'Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh' (Şehadet kelimesi) demeye davet et. Bunu kabul ederlerse, gece ve gündüzde (yirmi dört saatte) üzerlerine beş vakit namaz kılmalarının farz olduğunu onlara bildir..."

Beş sahih hadis kitabının rivayet edip, İbn Hibban'ın da doğruladığına göre, Arabî'nin (çölde yaşayan bedevî) birisi Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'e Ay'ı gördüğünü haber verir. Bunun üzerine Hazreti Peygamber oruç tutulmasını emretmiş ve adamdan şehadeteyn (Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh) kelimesiyle ikrar edip etmediğinden başka hiçbir şey sormamıştır. İbn Teymîyyé'nin bu bâtıl görüşüne göre, Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), bütün halkı rubûbiyyet tevhidini bildikleri için, onları bilmedikleri ulûhiyyet tevhidine davet etmesi ve Muaz b. Cebel'e, halkı ulûhiyyet tevhidine davet etmesini söylemesi gerekirdi! Ve Ramazan ayının hilâlini gören Arabî'ye de, "Ulûhiyyet tevhidini biliyor musun?" diye sorması lâzımdı!

Yedincisi: Allah Teâlâ, aziz kitabında mutlak kelime-i tevhidi emretmiştir. Nitekim Allah, Teâlâ, Peygamberine (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hitaben, "Öyleyse bil ki Allah'dan başka mâbud yoktur." (Muhammed sûresi, âyet: 19) diye buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerim'deki tevhid hakkında varid olan bütün âyetlerde ve okunması sevap bakımından Kur'ân'ın üçte birisine eşit tutulan İhlâs sûresinin de durumları böyledir. Allah Teâlâ: "Ona (Kur'ân'a) ne geçmişte ne de gelecekte bâtil (boş şeyler) yol bulamaz..." (Fussilet, 42) diye vasıflandırdığı aziz kitabında kullarına ulûhiyyet tevhidini emretmemiş ve onlara, ulûhiyyet tevhidini bilmeyen kimsenin, rubûbiyyet tevhidini bilmesine önem verilmez diye buyurmamıştır.


Sekizincisi: İlâh, Rab mânâsına, Rab da İlâh mânâsınadır. Mânâ itibarıyla ikisi birbirlerinden ayrılmazlar. Her biri diğerinin yerine kullanılır. Bu şekilde kullanılmaları, Allah'ın kitabında (Kur'ân'da) pek çoktur. Keza Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in hadîslerinde de durum böyledir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz..." (Bakara sûresi, âyet: 21)

Halbuki İbn Teymiyye'nin bâtıl inancına göre, insanlar rubûbiyyet tevhidini bilip ulûhiyyet tevhidini bilmedikleri için, Allah Teâlâ bu âyet-i celîlede, "İlâhınıza kulluk ediniz!" buyurması lâzımdı. Allah Teâlâ, "Allah, kendisine hükümranlık verdiği için İbrahim ile Rabbi hakkında tartışan kimseyi (Nemrud'u) görmedin mi?" (Bakara sûresi, âyet: 258) meâlen buyurmuştur.

İbn Teymiyye'nin bâtıl inancına binaen, Nemrud'un rubûbiyyet tevhidini bilip ulûhiyyet tevhidini bilmediği için Allah Teâlâ bu âyette, "İbrahim ile İlâhı hakkında tartışanı..." diye buyurması gerekirdi. Yine bâtıl itikadına göre, Allah Teâlâ:

"Ey insanlar (Mekkeliler)! Sizi bir şahıstan, zevcesini de ondan yaratıp, bunlardan birçok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinizin azabından sakının!" (Nisa sûresi, âyet: 1) meâlen buyurduğu âyette, Rabbiniz demeyip de İlâhınızın azabından sakının, buyurması lâzımdı. Ve "Ey Muhammed! Onu hatırla ki, Havariler: Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra yemek indirebilir mi?" (Maide sûresi, âyet: 112) meâlen buyurduğu bu âyette yine İbn Teymiyye'nin bâtıl inancına göre, Rabbin kelimesi yerine, "İlâhın" buyurması lâzımdı. Yine onun inancına göre, Allah Teâlâ:

"Sonra kâfir olanlar, Rablerini başkalarıyla bir tutarlar." (En'âm sûresi, âyet: 1) buyurduğu âyetin meali yerine, "Sonra kâfir olanlar İlâhlarını başkalarıyla bir tutarlar." buyurması lâzımdı. Kur'ân-ı Kerim'de bu gibi tâbirler pek çoktur.

Dokuzuncusu: İbn Teymiyye'nin bu bâtıl itikadına göre, bütün kullar rubûbiyyet tevhidini bilip ulûhiyyet tevhidini bilemedikleri için, Allah Teâlâ'nın, onlara ulûhiyyet tevhidini beyan etmesi, onları da dalâlete (sapıklığa) götürmemesi, yalnız mutlak tevhidin yarısını bilmediklerinden dolayı onları cezalandırmaması vacip olup, onlara, "Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi bol verdim (tamamladım) ve İslâm'ı size din olarak kabul ettim." (Maide sûresi, âyet: 3) buyurmaması gerekirdi.

 İbn Teymiyye'nin dediği gibi, ulûhiyyet ile rubûbiyyet arasında fark olsaydı, kendiliğinden söz söylemeyen Hazreti Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), halkı Allah'a (Celle Celâluhû) davet ettiği zaman, bilmedikleri ulûhiyyet tevhidini onlara beyan etmesi lâzım gelirdi. Ancak beyan etmemesinin sebebi, ya kendisi de ulûhiyyet tevhidini bilmiyordu ya da biliyordu da bunu gizliyordu (ketmettiği) ihtimalidir. Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in hakkında bu iki ihtimalin düşünülmesi hatadır.

Onuncu delil: Yine, müşrikler hakkında nazil olan Allah Teâlâ'nın meâlen: "Yedi göğün ve yüce Arş'ın Rabbi kimdir?" diye sor. "Allah'tır" diyecekler. (Mü’minûn sûresi, âyet: 86-87) buyurduğu âyeti Müslümanlara hamletmesi de fasittir. Zira İbn Teymiyye'nin bâtıl itikadına göre, müşrikler rubûbiyyet tevhidini bilmiş olsalardı, Allah Teâlâ, Peygamberine (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem):

"Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi gözeten, fakat kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir?" (Mü’minûn sûresi, âyet: 88) diye emretmezdi. Çünkü onlar, bu şeylerin yaratanını bildikleri için, kendilerinden bu şeyleri sorması hakkındaki emri abes olurdu ve mevcut olan bir şeyin tahsili kabiliyetinde olurdu. Bu talebin Allah Teâlâ'dan sâdır olması muhaldir.

Şayet yine onun bu bâtıl görüşüne göre müşrikler rubûbiyyet tevhidini bilmiş olsalardı, Aziz ve Yüce Allah'ı ve kıyameti inkâr edip kâfir olmaz, başkalarını Allah'a ortak etmez ve onlara ibadet etmezlerdi.

Onlara: "And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefâatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır." (En’âm sûresi, âyet: 94) denilecektir.

Hülasa: Biraz önce serdettiğimiz âyetler ve benzerleri, müşriklerin mabudlarını, bazı rubûbiyyet özelliklerinde de Allah’a (Celle Celâluhû) ortak koştuklarına delalet eder. Allah (Celle Celâluhû) kabul etmese bile, kabulü kesin geçerli bir şefâati, rab edindikleri hakkında rubûbiyyette ortak koşmalarının gereği olarak sabit kılıyorlardı. Tıpkı Allah’ın (Celle Celâluhû) onlara vermesiyle rablerinin yeryüzü halkı hakkındaki meşietlerinin geçerli olduğuna inanmaları gibi ve onların müstakil "kün" kudretiyle fayda, zarar, yardım, rızık verme, engelleme, mülk ve rubûbiyyette tasarruf hakkına sahip olduklarına inanıyorlardı.


Şirkle birlikte Allah'a (Celle Celâluhû) iman sahibine fayda verebilir mi? "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler elbette kâfir olmuşlardı." (Maide 73) Aynı şekilde kalp, tedbir ve yaratmayı sadece kendisi için ikrar ettiği zatın karşısında ibadet ederek boyun eğer. Müşriklerin, Allah'dan (Celle Celâluhû) başkasına ibadet etmeleri, tedbir ve yaratmanın sadece Allah'a (Celle Celâluhû) ait olduğunun kalplerine yerleşmediğine delalet eder. Kalp bu konuda mutmain olmadan, sabit ve istikrarlı kalmadan Tevhid meydana gelmez. O zaman Rubûbiyyet Tevhidi'nin bazı özelliklerini sadece Allah'a (Celle Celâluhû) has kilip bazı özelliklerinde ise şirk koşan kimsenin Rububiyyet Tevhidini ikrar ettiği söylenemez




Alıntı:

Yazar: Seyyid Ali Hoşafcı


Hiç yorum yok