VEHHABBİ Evet Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve sellem) ve Sahabe'den hiç kimse tevhidi üç taksim olarak ayırmadı ama manen vardı. CEVAP ...
VEHHABBİ
Evet Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve sellem) ve Sahabe'den hiç kimse tevhidi üç taksim olarak ayırmadı ama manen vardı.
CEVAP
Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve sellem) ve Selef zamanında yoktur diyerek birçok şeye 'bid'attir, bid'atın hasenesi olmaz' diyen Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerin böyle bir ayrıma da bid'at demeleri gerekiyordu.
Madem manen var olmasını delil olarak kabul edeceksiniz; bizim yaptığımız bazı şeylere 'Rasûlullâh demiş mi yapmış mı, Sahabe demiş mi yapmış mı' diyerek bid'at diyordunuz. Biz de yaptıklarımıza manen var lafzen bid'at olabilir dersek kabul edecek misiniz.? Eğer kabul etmezseniz kendi yaptıklarınızı bid'at görmeyip başkalarını yaptığını bid‘at görmekle çelişkiye düşmüş olmaz mısınız? İleride gelecek olan" Onlarla Munazara Zordur" ve Elbânî'nin İbn Teymiyye'nin Kitaplarında Zayıf ve Uydurma Hadislerin Olduğunu Söylemesi konularında geniş örnekler ile açıklandığı gibi, İtibar ettiğiniz Elbânî'nin demesine göre İbn Teymiyye, İbn Kayyımın, zayıf hadisle hatta uydurma hadisle amel edip kitaplarına yazmış iken, bizim getirdiğimiz hadisleri zayıflatmaya çalışıp delil olarak kabul etmiyorsunuz. İşinize geldiği zaman te'vil yapmazken, işinize geldiği zaman te'vil yapıyorsunuz. İşinize geldiği zaman dört mezhebten birine sarılıp kabul ederken, işinize gelmediği zaman dört mezhebin görüşünü kabul etmiyorsunuz. Bu anlattıklarımıza örnekleri kudretiyle fayda, zarar, yardım, rızık verme, engelleme, mülk ve rubûbiyyette tasarruf hakkına sahip olduklarına inanıyorlardı.
Şirkle birlikte Allah'a (Celle Celâluhů) iman sahibine fayda verebilir mi? "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler elbette kâfir olmuşlardı." (Maide 73) Aynı şekilde kalp, tedbir ve yaratmayı sadece kendisi için ikrar ettiği zatın karşısında ibadet ederek boyun eğer. Müşriklerin, Allah'dan (Celle Celâluhů) başkasına ibadet etmeleri, tedbir ve yaratmanın sadece Allah'a (Celle Celâluhů) ait olduğunun kalplerine yerleşmediğine delalet eder. Kalp bu konuda mutmain olmadan, sabit ve istikrarlı kalmadan Tevhid meydana gelmez. O zaman Rubûbiyyet Tevhidi'nin bazı özelliklerini sadece Allah'a (Celle Celâluhů) has kılıp bazı özelliklerinde ise şirk koşan kimsenin Rububiyyet Tevhidini ikrar ettiği söylenemez.
İTİRAZ
Evet Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) ve Sahabe'den hiç kimse tevhidi üç taksim olarak ayırmadı ama manen vardı.
CEVAP
Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve sellem) ve Selef zamanında yoktur diyerek birçok şeye ‘bid'attir, bid'atın hasenesi olmaz' diyen Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerin böyle bir ayrıma da bid'at demeleri gerekiyordu.
Madem manen var olmasını delil olarak kabul edeceksiniz; bizim yaptığımız bazı şeylere 'Rasûlullâh demiş mi yapmış mı, Sahabe demiş mi yapmış mı' diyerek bid'at diyordunuz. Biz de yaptıklarımıza manen var lafzen bid'at olabilir dersek kabul edecek misiniz.? Eğer kabul etmezseniz kendi yaptıklarınızı bid'at görmeyip başkalarını yaptığını bid'at görmekle çelişkiye düşmüş olmaz mısınız? İleride gelecek olan" Onlarla Munazara Zordur" ve Elbânî'nin İbn Teymiyye'nin Kitaplarında Zayıf ve Uydurma Hadislerin Olduğunu Söylemesi konularında geniş örnekler ile açıklandığı gibi, İtibar ettiğiniz Elbânî'nin demesine göre İbn Teymiyye, İbn Kayyımın, zayıf hadisle hatta uydurma hadisle amel edip kitaplarına yazmış iken, bizim getirdiğimiz hadisleri zayıflatmaya çalışıp delil olarak kabul etmiyorsunuz. İşinize geldiği zaman te'vil yapmazken, işinize geldiği zaman te'vil yapıyorsunuz. İşinize geldiği zaman dört mezhebten birine sarılıp kabul ederken, işinize gelmediği zaman dört mezhebin görüşünü kabul etmiyorsunuz. Bu anlattıklarımıza örnekleri bu kitabın birçok yerinde göreceksiniz. Tevhidi, rububiyyet ulûhiyyet isim ve sıfat tevhidi diye ayırmak bid'at iken, siz buna bid'at demeyip amel etmenizde bu çelişkili durumlarınızdan biri olmuş oluyor.
Tevhidi üçe taksim etme hususunda bazı düzenlemeler yapıldıktan sonra ihtilafların giderilmesi ve birlik adına ortak bir görüş olusması için yapıcı olarak şöyle denilebilirdi: "Tevhidi üçe taksim etmek Kuran'a ve Sünnet'e aykırı olmaması yönüyle sapıklık ifade edilen İslâm şeriatında aslı olmayan bir şeyi icat etmek anlamında olan şerî anlamda bid'at değildir. Aslı olması itibariyle lügat anlamında bid'attır, yani bid'at-ı hasenedir" denilebilir. Dikkat edin iki şekliyle de bid'at diye anılıyor. Ama biri caiz değil, diğeri ise caizdir. Âlimlerimiz bu ve benzeri konularda kendi aralarında birlik beraberlik adına orta bir yol bulabilir. Yeter ki yorumlarımızı tekfir yönüne değil; birlik, beraberlik yönüne doğru yapalım.
İTİRAZ:
Mekkeli müşrikler Rubûbiyyet tevhidini kabul ediyorlardı. Onlar Allah'ın yaratıcı, rızık veren malik ve bütün işleri çekip çeviren olduğuna iman ediyorlardı. Mekkeli müşrikler, göğü ve yeri yaratanın, güneşi ve ayı kontrol edenin, Allah olduğuna inanıyorlardı. Onların sorunu Rububiyyet tevhidinde değil, Ancak Ulûhiyyet tevhidi hususunda Allah'a şerik koşmuşlardır. Onlar Allah'a daha çok yaklaşmak için, aracılar edinip onlara ibadet ederlerdi. Mekkeli müşrikler, sıkıntaya düşünce, dini yalnız Allah'a halis kılıyorlardı. Fakat o sıkıntıdan Allah Allah (Celle Celâluhû) onları kurtarınca, tekrar Allah'a eşler koşuyorlardı. İstiğasede bir insan Allah'dan gaynısından yardım istediğinde tevhidin üç kısmında Rubûbiyyet, Ulûhiyyet, İsim ve Sıfat Tevhidinde şirk koşmuştur.
CEVAP:
Müşrikler putlara yaptıkları secde ve benzeri hareketlerle onların müstakil fayda ve zarar verme, Allah'dan (Celle Celâluhû) bağımsız olarak dilediklerinin gerçekleşmesi vasıflarını haiz olduklarına itikat ediyorlardı. İsterse Allah (Celle Celâluhû) katında Şefâatleri kastedilmiş olsun. Zira Müşrikler, Allah'ın (Celle Celâluhû) en büyük rab, putlarının ise bir alt kademede rabler olduklarına; onların (bir alt tabaka da olsa) rububiyyetlerinin gereği olarak Allah'dan (Celle Celâluhû bağımsız/müstakil olarak dilediklerinin gerçekleştiğine itibar etmekteydiler. İşte bu, birçok ilahı varlığına itikat etmek olup şirktir. Müslümanlardan hiçbir kimse böyle bir inanç içerisinde değildir.
İslam öncesi Arap tarihine baktığımızda Arapların yeknesak bir inanç sistemine sahip olmadıklanı, birbirinden farklı gelenekleri benimsedikleri anlaşılmaktadır. Araplanın büyük bir kısmı putperest olmakla birlikte içlerinde Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, hatta Maniheistlerin bulunduğu da bilinmektedir. Dahası aralarında, özellikle Yemen kökenli Himyer kabilesi gibi gök cisimlerine ibadet edenler de vardı. Bkz. Muhammed Şükrî el-Âlûsî, Buluğu'l-ereb fi maʼrifeti ahvâli'l-Arab, (neşr: Muhammed Behcet el-Eserî), I-III, Beyrut, ?, II, 237, 240.
Putların en kutsal yerleri Kabe'de toplam 360'dan fazla putlan bulunuyordu. Her Arap kabilesinin sahiplendiği bir putu vardı. Pagan bedeviler kendi dinlerine Din al-Aba i-ka yani Ataların dini derlerdi. Mekke, önemli bir ticaret yeriydi ve tüm pagan Arapların en kutsal yeriydi. Şehir aynı zamanda din turizmiyle de ünlüydü. Çoktanrıcı yapıları sayesinde çeşitli yerlerden birçok tanrıyı sahiplenmişlerdi.
Lat, Arapların üç baş tanrıçasından biridir. Bereket ve tarım tannçasıdır. 3 baş tanrıçanın ortancasıdır. Lat'ın çevresinde tavaf da yapılırdı. Haremi de bulunan Lat, yağmur tanrısı olarak kabul edilmekteydi. Cahiliye döneminde yanımadanın sair bölgeleri sıcaktan kavrulup su bulunmazken buranın serin ve suyunun bol olması, hatta sürekli yağmur alması Lat’a istinat edilirdi.
Menat: Kader tannısı olarak tebellür etmiş olan Menat temelde Ezd kabilesinin tanrısı olup daha çok bu kabilenin iki kolu olan Evs ve Hazrec halkı tarafından ilah olarak kabul edilmiştir Bkz. İbn Hişam, Sire, 1, 85. Uzza:
Metaf alanı olan ve tavaf edilen Uzza'ın yanında “Çağrına cevap vererek sana geldik Ey Rabbimiz, sana geldik, esenlikler olsun sana. Senden daha fazla sevdiğimiz bir şey yoktur” şekline telbiye getirilirdi. Bkz. İbn Habib, Muhabber, 311.
Shams Arapların güneş tanrısıdır. Arapça "güneş" demektir. Mezopotamya kökenli bir tanrıdır. Araplar Shams'i bir güneş tanrıçası olarak görmüştür. Yemenliler tarafından bereket tanrıçası olarak tapılmıştır. Çölde yaşayan bedeviler güneş tanrısına tapmaktan çok ay tanrılarına taparlardı. Çünkü bedeviler sıcak hava şartları altında yaşıyorlardı, bu sıcak hava şartları altında yaşayan bedeviler serin çöl gecelerinde rahat bir nefes alıyorlardı. Yine de Araplar Shams'e de saygı gösterirdi, taparlardı. Bu tanrıya gün doğumunda, öğlende ve gün batımında secde edilir ve dua edilirdi.
Quzah Göğün ve iklimin tanrısıdır. Araplar bu tanrının bulutlarda oturduğunu ve şeytanlara bulutlardan dolu attığını düşünürlerdi. Araplar gökkuşağını cennete giden bir köprü olarak görürlerdi ve bu köprünün koruyucusunun da Quzah olduğunu düşünürlerdi. Araplar bugün bile gökkuşağına "qus qazah" yani "Quzah'ın yayı" derler.
Akıllı kimse, «Müşriklerin bu itikatları küfür olduğu hâlde, nasıl Rububiyyet tevhidini bilip iman ediyorlardı?» diyebilir. Rubûbiyyet tevhidini ikrar ettikleri kabul edilse de, İslâm ulemasının nezdinde buna tevhid denilemez.
İstiğasede bulunan hiçbir Müslüman “ben şeyhimi Allah'a (Celle Celâluhû) denk gördüm, O'na eşittir" demez.
"İnsanlardan kimi de Allah'dan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar..." (Bakara 165)
Sahabe, Rasûlullâh'ı aşırı derecede sever ve saygı gösterip itaat ederlerdi. Evet tasavvuf ehli, mürşidini/hocasını sever ama hiç biri Allah'a (Celle Celâluhû) eş tuttum, Allah'ı sever gibi seviyorum" demez; şeyhini İbadete layık görüp "ona ibadet ediyorum" demez.
İşte tutmuş, bunca ilâhı tek bir ilâh yapmış. Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!" Sâd 38/5.
Kendilerinin rububiyyetine inandıklarına (ahirette) şöyle hitap ediyorlardı:" Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk." (Şuara 97 ve 98 ayet)
Yalancının doğruyu söylemesi bakımından batıl ilahlarını alemlerin Rabbine eşit tuttuklarını itiraf edişlerini ve pişmanlığın fayda vermediği bir zamanda mücrimlerin nasıl pişman olduklarını duy. Bahsettikleri “bir seviyede tutma" ilahlarına rububiyet özelliklerini nispet etmeleridir.
"İnsanlardan kimi de Allah'dan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar..." (Bakara 165)
Yine Allah Teâlâ; «Onlar, (Ummetinden önceki ümmetler) kendilerine çok acıyıcı (Rahman) olan Allah'ı inkâr ettiler. (Onlara), 0, benim Rabbimdir, de...», (Ra'd sûresi, âyet: 30).
"Onlar, kendileri için kuvvet ve şeref (kaynağı) olsunlar diye, Allah'dan başka ilahlar edindiler. (Meryem Suresi 81)
Hiç şüphesiz siz ve Allah'dan başka kulluk ettikleriniz cehennem odunusunuz. Siz oraya varacaksınız. (Enbiya Suresi 98)
Eğer onlar ilah olsalardı oraya varmazlardı. Halbuki hepsi orada ebedi kalacaklardır. (Enbiya suresi 99)
Bu ve daha önce verilen pek çok ayetlerde müşriklerin taptıklarının da cehenneme gideceği bildiriliyor. Demek ki müşrikler Hazreti İsa'yı ve Hazreti Üzeyir'i (Aleyhimesselâm) ya da eski zamanda veli kullardan daha başkalarını put olarak görmüşler. Hazreti İsa ve Hazreti Üzeyir (Aleyhimesselâm) cehenneme gitmeyeceklerine göre demek ki müşriklerin taptıkları ya cinlerden veya başkalarından canlı/cansız varlıklardır.
İşte bu âyetlerden de anlaşılıyor ki, müşrikler kendilerine bir değil, birçok rablar edinip onlara ibadet ederlerdi. Allah Teâlâ'nın rubûbiyyetini inkâr eden müşrik bir kimseye hitaben; arkadaşından hikâyetle;
«Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: "Seni topraktan, sonra nutfeden yaratanı, sonunda seni insan kılığına koyanı mı inkâr ediyorsun? İşte O, benim Rabbim olan Allah'dır..." dedi.» (Kehf âyet 37-38).
«Allah'a and içeriz ki biz apaçık azgınlık içinde idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk.» (Şuarâ âyet: 97 - 98).
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ ثُمَّ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِم يَعْدِلُونَ
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyleyken kâfirler hâlâ Rablerine başkalarını (hâla putları, bir takım varlıkları) eşit (denk) tutuyorlar. (En'am, 1, ayet)
Bu âyet-i celilelerin mânâsına dikkat edildiğinde, zahire göre biz sizi kendimize rablar edindiğimiz için, demektir. Yine;
«Bir de onlara, "bağışlayıcı'ya (Rahman'a) secde edin!" denildiğinde, "bağışlayıcı (Rahman) nedir? Senin emrettiğine secde eder miyiz?" derler...» (Furkan âyet: 60)
Onlara: 'And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi arcınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortaklan olduğunu sandığınız Şefâatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır' denecek. (En'am ayet: 94)
Müşriklerin itikatleri de bir değildir. Evet, müşrikler ve birtakım kâfirler Allah'ın varlığını inkâr etmezler. Ancak, "hiç bir kâfir ve/veya müşrikler Allah'ın varlığını inkâr etmez, müşrikler Rubûbiyyet tevhidini kabul ediyorlardı" sözü hatadır. Zîrâ kimi kâfirler, âlemin yaratıcısını inkâr ederler. Dehriler ve (sıfatları kabûl etmeyen değil de, Allah'ın zâtını inkâr eden) Muattile bunlardandır. Hristiyanlar İsa (Aleyhisselâm)'da, Yahudilerin de Üzeyir (Aleyhisselâm)'da Allah'a ortak koşmalarında, Hakk'ın dışında herhangi bir varlıkta güç ve kudret vehmettikleri için müşrik olmuşlardır. Yani, Hazreti İsa ve Üzeyr (Aleyhimesselâm)'da Allah'ın yarattığı bir kudret yerine müstakil bir kudret vehmetmişlerdir.
"Bizi ancak geçen zaman yokluğa sürükler” diyen bazı müşrikler gibi Allah'ın (Celle Celâluhû) varlığını inkâr edenler vardı. Hayr ve şer için iki ilahın varlığını kabul eden Düalistler vardı. Yıldızların tedbir sahibi olduklarından dolayı ibadet edilmeyi ve ihtiyaçların onlardan istenilmesini hak ettiklerini iddia eden; günlük hadiselerde, insanın iyi ve kötü olmasında, sağlığında ve hastalığında tesirleri olduklarına itikat eden yıldız tapıcısı Sabiiler vardı. Şimdi Tedbir'i Allah'dan (Celle Celâluhû) başkasına nispet etmiş bu toplumlar için, "Rububiyyet Tevhidini birliyorlardı iman ediyorlardı" denilebilir mi?
Yine akıllı kimse, Allah'ın varlığını inkâr eden Dehriyye, tek bir ilâhın varlığını inkâr eden Seneviyye, birçok îlâh ve Rablar olduğuna hükmeden Veseniyye (putlara tapan) ve Tenasühiyye, Mazdekiyye, Hürremiyye, Babiyye ve Marksiyye taifelerinin hepsi sapık oldukları halde, hepsinin Rububiyyet tevhidini bildiklerini iddia eder mi? Halbuki yeryüzü sâkinlerinin çoğu, Rabbi inkâr eden Dehriyyûn, Tabîîyyûn, İbahiyyûn ile Melâhîde taifeleridir. Hattâ Avrupa halkı gibi Hıristiyan ve Yahudi dininde olanların çoğu, bu iki dinden çekilip ilhad ve İbahe dinine girmiş olup, Nuh aleyhisselam'ın zamanından beri İlhadçılık ile İbahilik mezhepleri yeryüzünde yaygın hâldedir. Şimdilerde, yeryüzünün sakinlerinin dörtte birini teşkil eden insanlar bu iki inanç üzeredirler. Akıllı kimse, «Müşriklerin bu itikatları küfür olduğu hâlde, nasıl Rubûbiyyet tevhidini bilip iman ediyorlardı? diyebilir. Rububiyyet tevhidini ikrar ettikleri kabul edilse de, İslâm ulemasının nezdinde buna tevhid denilemez.
İbn Teymiyye'nin inancına göre, Rubûbiyyet'in ikrar edilmesi tevhid olsaydı, mütekebbir ve zâlim Kureyş müşrikleri, Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve sellem)'in doğruluğunu tasdik etmeleriyle -Allah'ın âyetlerini tekzib etmelerine rağmen- tevhid olacaktı. Hâlbuki akıllı kimse bunu kabul edip söylemez. Kureyş müşriklerinin, Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'in doğruluğunu tasdik ettiklerini ve Allah'ın âyetlerini inkâr ettiklerine dair
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
İnananlara rastladıkları zaman, 'İnandık' derler, elebaşılarıyla baş başa kaldıklarında, 'Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz' derler. (Bakara 14)
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
«Onlar, seni yalancı çıkarmıyorlar, lâkin (bilakis) o zâlimler, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.» (En'âm 33)
"endad" "nid" kelimesinin çoğuludur. O da lügat ve tefsir ehline göre karşıt bir misil ve rakip demektir. Müşriklerde putlarına hakka bir ortaklık çeşidi itikat ederek dua ediyorlardı.
Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a bir hisse ayırıp, boş düşüncelerine göre, bu Allah'ın diyorlardı, bu da ortaklarımız olan putların diyorlardı. En'am: 136
"Onlar (müşrikler) bir hayâsızlık yaptıkları zaman: 'Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu (fuhuşla ameli) emretti' derler. O iman etmeyenlere söyle; Allah hiç bir zaman fahşâyı emretmez. Bilmeyeceğiniz şeyleri Allah'ın üzerine mi (atıp, iftira ederek) söylüyorsunuz." » el-A'râf 7/28.
Kur'an-ı Kerîm'de:
Onlara: 'Allah'ın indirdiği hükümlere uyun!' denildiğinde, onlar 'Hayır biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, hakikati de bulamamış idiyseler?” el-Bakara 2/170.
Bu hususta Kadi lyâz şunları söyler:
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem)'in Muaz (Radıyallahu Anhy'a Yemenliler'i evvela Allah'ı (Celle Celâluhů) tevhide ve Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve sellem)'in peygamberliğini tasdike davet etmesini emir buyurması, onların Allah Teâlâ'yı (Celle Celâluhû) bilmediklerine delildir. Yahudilerle Hıristiyanlar hakkında hâzik kelâm ulemasının mezhebi de budur. Yahudilerle Hıristiyanlar, her ne kadar ibadet ederek ellerindeki sem'i deliller icâbı, Allah'ı bildiklerini göstermek isterlerse de, onlar hakikatta Allah'ı bilmezler. Gerçi akıl, bir peygamberi tanımayan kimsenin Allah Teâlâ'yı (Celle Celâluhû) bilmesini mümteni' saymazsa da Mecûsilerle, Seneviyye fırkaları Allah'ı da bilmemişlerdir. Binaenaleyh, onlar kendisine ibâdet ettikleri mabutları için "Allah" da deseler, Allah o değildir. Çünkü o Vacibü'l-Vücûd olan Allah'ın (Celle Celâluhû) sıfatlarıyla mevsûf değildir. Şu halde Yahudilerle Hıristiyanlar, Allah Azîmüşşân'ı bilmiyorlar, demektir.”
Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, İst. 1977, I,
Hâfız b. Hacer el-Askalânî diyor ki:
Uzman/önde gelen Kelâm âlimleri dediler ki: Allah Teâlâ'yi mahlûkatına benzeten veya O'na (uzuv veya parça manasında) el veya çocuk atfeden kişilerin taptıkları ma‘butları, Allah Teâlâ değildir; ona "Allah" deseler bile.
Ibn Hacer, Fethu'l-Bari, III, 359; Darü'l-Ma'rife, Beyrut.
Onlar, Allah'ı bırakıp ancak dişilere tapıyorlar. Halbuki (aslında) azgın bir şeytana tapmaktadırlar. (Nisa Suresi 117)"
Âyetteki "dişiler”den maksat, müşrik Arapların; genellikle "dişi” (ünsâ) diye adlandırdıkları, Lât, Uzzâ, Menât gibi putlarıdır.
Âyetteki "dişiler”den maksat, müşrik Arapların; genellikle "dişi” (ünsâ) diye adlandırdıkları, Lât, Uzzâ, Menât gibi putlarıdır.
Allah (Celle Celâluhû) taptıklarının cehenneme gideceklerini söylüyor. Bazılarının azgın bir şeytan olduğunu söylüyor. Salih Allah dostlarıyla bu azgın şeytanı kıyaslayanlara ne diyelim: El insaf. Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b. Velid'i (Radiyellahu Anh) Uzzâ'yı öldürmesi için gönderdiğinde Halid b. Velid'in karşısına kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık elleri boynunda, dişlerini gıcırdatan bir kadın dikiliverince, Halid
b. Velid'in sırtının tüyleri ürperdi. Halid b. Velid, kılıcını sıyırmış olduğu halde, ona doğru vardı ve: "Ey Uzzâ! Seni tanımak yok! Tenzih ve tasdik etmek de yok!" diyerek kılıçla vurup şeytan karıyı ikiye böldü O zaman, o, kapkara bir kül haline geldi. Halid b Velid, Uzzâ ağacını da kesti.
ibn Ishak, İbnHisam, c. 4, s.79, Vâkidî, c. 3, s. 873, Ebu'l-Münzir, s. 25, 26, Ezrakî, c.1, s. 1 27
Müşrikler Allah'ın (Celle Celâluhû) “azgın bir şeytana tapmaktadırlar" buyurduğu putlarını Allah'a (Celle Celâluhû) denk tutarak ibadet edip onlardan yardım istedikleri için şirk işlemiş oldular.
Bir yanda hiçbir şeyi Allah'a ortak, denk görmeyen, ibadete layık görmeyen, şeriatanın bütün emir ve yasaklarına uyan, düşünüp yaptıklarını bir ayet ve hadise dayandıran Müslümanlar var. Diğer yanda putlarını Allaha ortak koşup, denk gören, ibadete layık görüp onlara ibadet eden, şeriatının bütün emir ve yasaklarına uymayan, bazılarının Allah inancı bile olmayan müşrikler var. Selefi görü üzere olduğunu iddia edenler. Müşrikler için inen âyetlerle ve hadîslere yorum ve kıyas yaparak Müslümanları müşrikler ile bir tutmak için Mekkeli müşrikler Rubûbiyyet tevhidini kabul ediyorlardı. Onlar Allah'ın yaratıcı, rızık veren malik ve bütün işleri çekip çeviren olduğuna iman ediyorlardı. Onlar Allah'a daha çok yaklaşmak için, aracılar edinip onlara ibadet ederlerdi. Diyerek Müslümanların itikadi ile müşriklerin itikadini bir tutmak Harici metodudur. Müşrikler Kabe'yi tavaf ediyorlardı Müslümanlarda tavaf ediyor ikisi birdir diyebilir miyiz? Bütün bu anlattıklarımızı anlamayan veya anlamak istemeyenler, kafirler ve putları hakkında inen ayetleri kafalarına göre yorumlayarak Müslümanları ve Evliyâullâh'ın büyüklerini kafir ve putların konumuna koyuyor ve böylece kendilerini büyük bir tehlikeye atıyorlar. Meselenin aslı, Allah (Celle Celâluhû) tarafından, isnâd-1 mecâzî-i luğavî veya hakîkat-i örfiyye nevinden bir güce muktedir kılınan mahluklar ile, böyle bir güç bile kendisine verilmeyen mahlûklar olan putları batıl bir kıyasla birbirine kıyaslamaktır ki bu akıllıların yapabileceği bir iş değildir. Çünkü kıyasın bir ölçüsü vardır. Sizin kıyasınızdaki menât (1)
vesile olmak ise; vesilenin farz, vacip, sünnet, müstehap, mendup, mübah, mekruh ve haram olanları vardır. O zaman eğer art niyetli değilseniz, menâtınız puta ibadet ise: böyle bir şeyi söyleyen ve eden yok. Hâlbuki müşrikler putlarını Allaha
(1)Hükmün bağlandığı illet/temel sebep. Kıyas olunanın hükmünün benzerinin kıyas edilende de var olduğuna hükmetmememizi icap ettirecek. ortak koşuyor; hem ibadet ediyor hem de ettiklerini söylüyorlar. Bu puta ibadet etmek, şu batıl kıyas sahibince menât değil ancak netice olabilir.
Yok, eğer kıyasa bile dayanmayan içtihadınızla muhatabınızın fillini puta tapma filline dâhil ettiyseniz, bunu bırakın. Ilmi müzakere ve munakaşa aynı aynı şeylerdir. Eğer, "tamam, her vesile ve vasıta şirk değil, kabul ettim, ama 'vesile arayınız!' âyetindeki vesile şudur” diyorsanız, âyet veya hadisin makul ve kesin delaleti bulunmadan tahsis ve sınırlama yetkisini nereden aldınız? Atalarından beri şirke alışmış olan cahiliye kafası, bunca insanın çeşitli emel ve duygularını yalnız tek bir mabudun tatmin edebileceğini düşünemiyor, her şeyin hükümranlığının onun elinde olduğunu anlayamıyor ve tevhide şaşıyorlardı. Ancak sorulduğu zaman, bu müşrikâne hareketlerini doğru göstermek için, putlarla ilgili olarak "biz onlara ibadet etmeyiz. Sadece bizi Allah'a yaklaştırmaları için onlara ibadet ediyoruz" diyorlardı.
Bir kimse, bir fiili yaratan ve kâinatı kontrol edebilen Allah Teâlâ dışında bir varlık olmadığını bilerek ve inanarak; o fiili, ortaya çıkmasına sebep olan vasıtalardan birine nispet ederek “o yaptı” diyorsa, o vasıtayı sadece Allah'ın iradesine uygun hareket eden bir vesile ve sonra olacakların bir alameti olarak görüyor demektir ki, böyle bir kimse âlimlerin ittifakıyla kâfir olarak nitelenemez. Netice olarak, gerek insan gerek peygamber olsun herhangi bir kişiyi Allah'a (Celle Celâluhû) ortak koşarak bir şey isterse müşrik olur. Eğer gerçek fail ve yaratıcının Allah (Celle Celâluhû) olduğunun farkında olarak, fiili o vasıtaya nispet ediyorsa kâfir olmaz. Bunu idrak edemeyen Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenler kafirler ve putları hakkında inen ayetleri de kendi kafalarına göre Müslümanlara çevirip zan, yorum ve haksız ithamlarda bulunarak müslümanları şirk ile itham edip tekfir ederler.
Sûfiler, Ehl-i Sünnet itikadına sahiptirler. Onlar Sûfiler, (fenâ fi'lef'âl, fenâ fi's-sifat ve fenâ fi'z-zât mertebelerinde) Hakk'ın fiil, sifat ve zatından başka bir şey müşahede etmezler. Ayrıca onun dışında herhangi bir mahlûkta kudret tevehhüm edilmesine, Allah'dan (Celle Celâluhû) başka hakiki bir fail kabul edilmesine şiddetle karşı çıkarlar. "Yardım etti, yedirdi, içirdi, oturdu, kalktı” gibi sözler de mecazidir. Gerçekte yardım eden, yediren, içiren, oturtan, kaldıran Allah'dan (Celle Celâluhû) başka bir varlık yoktur. Ne bir peygamber, ne bir veli, ne de herhangi bir yaratık Allah'ın (Celle Celâluhû) irade ve kudreti olmadan yerinden kımıldayamaz.
Allah, (Celle Celâluhů) putlara olağanüstü güçler ile insanlara faydalı olması için gereken izni ve ilmi vermediği halde, kâfirler Allah'a mahsus bir sıfatın/gücün putlarında da olduğunu düşünüp ancak Allah'ın (Celle Celâluhů) yapabileceği şeyleri, yapamayacak olan putlarından istedikleri için şirk işlemiş oldular. İstiğasede bulunan Müslümanlar ise yukarıda geçen ve birazdan göstereceğimiz ayet ve hadisler; Peygamberler, Sahabe ve Tabiin'den istiğase yapma örnekleri/bilgileri ışığında, meleklerden-peygamberlerden kerâmet sahibi velilerden yardım istiyorlar. Yardım isterkenki niyetleri itikatleri şöyledir: "Allah (Celle Celâluhû) benim Rasûlullah'a seslenerek yardım isteyişimi Rasûlullâh'a duyurursa ve Rasûlullâh da benim için Allah'a dua ederse; Allah (Celle Celâluhû) da onun duasını kabul edip, melekleri ya da Rasûlullâh'ın vesilesi ile bana yardım olunmasına izin verir. Bu itikadını/niyetini her defasında, niyetini zaten bilen, Allah'a (Celle Celâluhû) tek tek anlatmadan kısaca “Ey Muhammed, Yetiş", der. Aynı, bir kimseden su isterken niyetimizi uzunca açıklamayıp kısaca “su ver” dememizde olduğu gibi. Yani Allah'a denk ve/veya eşit görmeden istiyorlar. Yüce rabbimiz müşrikle Müslüman ayırımı yaparken, günümüz ibn Teymiyye takipçileri ve Selefî olduğunu iddia edenler, Ayetleri delil getirerek Müslümanlarla müşrikleri aynı kefeye koyarlar. Böylelikle hem Allah'a hem de kullarına iftira atma gibi bir durum ortaya çıkmış oluyor..
"Onların Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar Şefâat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefâat edebilir." (Zuhruf 86)
"Şefâati onlara fayda vermez“ “bir Şefâatçi de yoktur" gibi ayetleri delil getirler. Fakat Şefâat izni verilenler hakkında inen ayetleri ya görmezden yada anlamazdan gelirler. İki meseleyi bir birbirinden ayıramazlar.
"Rahman'ın huzurunda söz almış olanlar dışında hiç kimse Şefâat edemeyecektir." (Meryem, 87)
Başka bir ayette: "O gün, Rahman'ın Şefâat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının Şefâati fayda vermez." (Taha, 109)
Böyle birçok ayetler vardır. Allah Teâlâ'nın bir Ayet'te “Gaybı kimse bilmez", derken; başka bir ayette "bildirdiklerim müstesna" buyurması gibi.
Bunlara rağmen hala müşrikler ve putlarını, Allah'ın (Celle Celâluhů) keramet sahibi velileriyle bir tutup yorum ve zan yapanlara şu ayetileri hatırlatırız.
أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Biz hiç Müslümanları (Allah'a teslim olmuş kulları), mücrimler (günahkârlar) gibi tutar mıyız? Size ne oluyor, ne biçim hüküm veriyorsunuz?" el-Kalem: 68/35, 36. buyuruyor.
Allah Teâlâ buyurdu ki:
"Yoksa gece saatlerinde secde eden ve ayakta duran (samimi bir mü'min) olarak ibâdet eden, âhiret (azâbın)dan sakınan ve Rabbisinin rahmetini uman o kimse (kâfir olan kimse gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak (selîm) akıl sahipleri ibret alır." (Zümer, 9)
Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu?" (En'âm, 122),
Allah, kendisine teslim olmuş kulları ile günahkârları bir tutmazken siz nasıl olur da müşrikleri, Allah'ın (Celle Celâluhû) şeytan, cehennemlik dediği putlarını Müslümanlar ile bir tutmak için ayetlere yorum yaparak "Allah da bunu kastetti." gibi bir mana veriyorsunuz.
alıntı: Seyyid Ali Hoşafçı
Hiç yorum yok