Grid

GRID_STYLE

Classic Header

{fbt_classic_header}

Header Ads

//

Canlı Akış

latest

İbn Teymiyye'nin ayetin mealini Müslümanlara hamletmesi

  İbn Teymiyye'nin ayetin mealini Müslümanlara hamletmesi Allah Teâlâ'nin, müşrikler hakkında: «Onlardan çoğu, ancak Allah'a ort...

 

İbn Teymiyye'nin ayetin mealini Müslümanlara hamletmesi


Allah Teâlâ'nin, müşrikler hakkında:


«Onlardan çoğu, ancak Allah'a ortak koşarak iman ederler.» (Yûsuf sûresi, âyet: 106) meâlen buyurduğu âyeti Müslümanlara hamletmesi de fâsid bir görüştür. Müfessirlere göre, bu âyetin meali şöyledir:


Onların çoğu Allah'ın varlığını ikrar eder. Ancak ya O'ndan başka kendisine ortak koşarak O'na ibadet etmekle veya rahip ve hahamlarını kendilerine Rab edinmekle veya Allah'a evlâd isnad etmekle veya ancak, *Mâliki olduğu mülkünde şerikinden başka hiçbir şeriki yoktur» veya buna benzer sözleri demek ve itikad etmekle iman ediyorlar demektir.



Ibn Teymiyye taraftarlan ile Vehhabilerin; «Tevhid, Rubûbiyyet tevhidi ve Ulühiyyet tevhidi şeklinde iki kısma ayrılır." diyerek yaptıkları bu taksim Ibn Teymiyye'den önce, hiçbir kimse tarafından ortaya atılmamıştır. İlerde görüleceği üzere akla yatacak bir şey de değildir. Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve sellem) İslâmiyet'e dahil olan hiçbir kimseye, «İslâmiyet'te iki tevhid var; sen Ulûhiyyet tevhidine itikad etmedikçe Müslüman olamazsın» diye buyurmadı, buna tek bir kelime ile de işaret etmedi. İbn Teymiyye taraftarları, her şeyde onlara uyduklarını ve onlarla iftihar eylediklerini söyledikleri Selef âlimlerinden olan hiçbir kimseden de böyle bir taksim duyulmamıştır ve tevhidin bu taksiminde hiçbir fayda yoktur. Zira, şüphesiz hak ilâh hak Rab, bâtıl ilâh da bâtıl Rab demektir. İbadete, ilâhlaştırılmaya, ancak gerçek olan Rab müstehaktır. Bir şeyin menfaat ve zarar verecek bir Rab olduğuna itikad etmediğimiz takdirde, kendisine ibadet etmemizin hiçbir mânâsı yoktur. Bir şeye ibadet edilmesi o şeyin menfaat ve zarar verecek bir Rab olduğuna inanılmasına terettüp eder. Nitekim, Allah Teâlâ; «Göklerde, yerde ve ikisinin arasındaki şeylerin Rabbi O'dur. O'na kulluk et ve ibadetinde güçlüğe katlan!..» (Meryem sûresi, âyet: 65) diye meâlen buyurmuştur.


İşte Cenâb-ı Hak Teâlâ, bu âyet-i celilenin mealinde ibadeti, rubûbiyyet vasfına bağlamıştır. Çünkü biz, Allah Teâlâ'yı menfaat ile zararın, kendi kudreti altında olan bir Rab olarak itikad etmediğimiz zaman kendisine ibadet etmemizin hiçbir mânâsı yoktur. Yine Allah Teâlâ;


«Ayılın! Göklerde ve yerde gizli şeyleri çıkaran Allah'a secde edin...» (Nemi sûresi, âyet: 25).


Allah Teâlâ, bu âyetin meâliyle kendisinde tam bir kudret sabit olan zattan başkasına secde edilmesinin caiz olmadığına işaret eder ve başkasına secde edilmesinin bir mânâsı yoktur. Aklın kabul ettiği şey de budur. Kur'ân-ı Kerim ile Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve sellem)'in hadisi de buna delâlet etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ, Kur'an'da:


*Size melekleri ve peygamberleri rablar olarak benimsemenizi emretmesi yaraşmaz...» (Âl-i Imran sûresi, âyet: 80).ukm


Bazı Müşrik arapların din bu idi. Melekleri rabler edindiler. Huzaa Kabilesinden Müleyh oğulları gibi bazı müşrikler cinlere ibadet ediyorlardı. Cinlerin Allah'ın (Celle Celâluhû) kızları olduğuna, melek olduklarına ve onları gözettiğine inanıyorlardı



İbn Teymiyye taraftarları ile Vehhabilerin; «Tevhid, Rubûbiyyet tevhidi ve Ulühiyyet tevhidi şeklinde iki kısma ayrılır.» diyerek yaptıkları bu taksim İbn Teymiyye'den önce, hiçbir kimse tarafından ortaya atılmamıştır. İlerde görüleceği üzere akla yatacak bir şey de değildir. Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve sellem) İslâmiyet'e dahil olan hiçbir kimseye, «İslâmiyet'te iki tevhid var; sen Ulûhiyyet tevhidine itikad etmedikçe Müslüman olamazsın diye buyurmadı, buna tek bir kelime ile de işaret etmedi. İbn Teymiyye taraftarları, her şeyde onlara uyduklarını ve onlarla iftihar eylediklerini söyledikleri Selef âlimlerinden olan hiçbir kimseden de böyle bir taksim duyulmamıştır ve tevhidin bu taksiminde hiçbir fayda yoktur. Zira, şüphesiz hak ilâh hak Rab, bâtıl ilâh da bâtil Rab demektir. İbadete, ilâhlaştırılmaya, ancak gerçek olan Rab müstehaktır. Bir şeyin menfaat ve zarar verecek bir Rab olduğuna itikad etmediğimiz takdirde, kendisine ibadet etmemizin hiçbir mânâsı yoktur. Bir şeye ibadet edilmesi o şeyin menfaat ve zarar verecek bir Rab olduğuna inanılmasına terettüp eder. Nitekim, Allah Teâlâ; «Göklerde, yerde ve ikisinin arasındaki şeylerin Rabbi O'dur. O'na kulluk et ve ibadetinde güçlüğe katlan!..» (Meryem sûresi, âyet: 65) diye meâlen buyurmuştur.


İşte Cenâb-ı Hak Teâlâ, bu âyet-i celilenin mealinde ibadeti, rubûbiyyet vasfına bağlamıştır. Çünkü biz, Allah Teâlâ’yı menfaat ile zararın, kendi kudreti altında olan bir Rab olarak itikad etmediğimiz zaman kendisine ibadet etmemizin hiçbir mânâsı yoktur. Yine Allah Teâlâ;


«Ayılın! Göklerde ve yerde gizli şeyleri çıkaran Allah'a secde edin...» (Nemi sûresi, âyet: 25).


Allah Teâlâ, bu âyetin meâliyle kendisinde tam bir kudret sabit olan zattan başkasına secde edilmesinin caiz olmadığına işaret eder ve başkasına secde edilmesinin bir mânâsı yoktur. Aklın kabul ettiği şey de budur. Kur'ân-ı Kerim ile Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve sellem)'in hadisi de buna delâlet etmektedir. Nitekim Allah Teâlâ, Kur'an'da:


«Size melekleri ve peygamberleri rablar olarak benimsemenizi emretmesi yaraşmaz...» (Âl-i Imran sûresi, âyet: 80). A


Bazı Müşrik arapların din bu idi. Melekleri rabler edindiler. Huzaa Kabilesinden Müleyh oğulları gibi bazı müşrikler cinlere ibadet ediyorlardı. Cinlerin Allah'ın (Celle Celâluhû) kızları olduğuna, melek olduklarına ve onları gözettiğine inanıyorlardı. Bundan dolayı melekler kıyamet gününde bunların yaptıklarından beri olduklarını belirtmişlerdir.



"O gün Allah, onları hep birlikte mahşere toplayacak, sonra melektere: "Şunlar size mi tapıyorlardı?" diyecektir. Onlar da:


"Seni tenzih ederiz. Bizim onlara karşı sığınacak velimiz sensin. Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanmışlardı." diyecekler." (Sebe 40-41)


İşte Allah Teâlâ, müşriklerin tek bir Rab değil, müteaddit rablar edindiklerini açıkça belirtmiştir. Kur'ân-ı Kerim, müşriklerin melekleri kendilerine Rab edindiklerini sarahaten bildirdiği hâlde, İbn Teymiyye ile Muhammed b. Abdi'l-Vehhab, «Müşrikler Rubûbiyyet tevhidine itikad etmiş olup muvahhittirler; itikadlanna göre, bir Rab'tan başka rab yoktur. Ancak Ulühiyyet tevhidi hususunda Allah'a şerik koşmuşlardır.»> demişlerdir. Halbuki Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de Yûsuf (Aleyhisselâm)'ın, iki hapis arkadaşını Rububiyyet tevhidine davet ettiğini belirterek şöyle buyurur:


"...Ayrı ayrı birçok rablar mı daha iyidir, yoksa üstün olan bir Allah mı?» (Yusuf süresi, âyet: 39).


Yine Allah Teâlâ; «Onlar, (ümmetinden önceki ümmetler) kendilerine çok acıyıcı (Rahman) olan Allah'ı inkâr ettiler. (Onlara), O, benim Rabbimdir, de...», (Ra'd sûresi, âyet: 30).


İşte bu âyetlerden de anlaşılıyor ki, müşrikler kendilerine birçok rablar edinip onlara ibadet ederlerdi. Allah Teâlâ'nın rubûbiyyetini inkâr eden müşrik bir kimseye hitaben; arkadaşından hikâyetle;


<Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona: "Seni topraktan, sonra nutfeden yaratani, sonunda seni insan kılığına koyanı mı inkâr ediyorsun? İşte O, benim Rabbim olan Allah'dır..." dedi.» (Kehf sûresi, âyet 37-38).


Müşrik kimse Allah'ın (Celle Celâluhû) azabını tattıktan sonra pişmanlıkla şöyle diyecek: “Ah Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım..." (Kehf 42)


Bu âyet-i celile de mânâca öncekine benzer. Cenâb-ı Hak kıyamet günü diyecekleri sözleri hikâyetle buyurduğu;


«Allah'a and içeriz ki biz apaçık azgınlık içinde idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk.» (Şuarâ sûresi, âyet: 97 - 98).


Bu âyet-i celilelerin mânâsına dikkat edildiğinde, zahire göre biz sizi kendimize rablar edindiğimiz için, demektir. Yine Bir de onlara, "bağışlayıcıya (Rahman'a) secde edin!" denildiğinde, "bağışlayıcı (Rahman) nedir? Senin emrettiğine secde eder miyiz?" derler...» (Furkan sûresi, âyet: 60)


Meâlen buyurduğu bu âyetin mânâsına bak! Acaba bu sözün sahibi olan kimse, muvahhid midir? Veya bunu itiraf ettiğini biliyor musun? Daha sonra, Allah'ın;


«. Onlar (insanlar) ise, Allah hakkında mücadele ederler (çene yarışı yaparlar)...» (Ra'd sûresi, âyet: 13)


Buyurduğu bu ve buna benzer âyetlerin mânâsına bak ki, hepsini zikretmekle sözü uzatmıyoruz. Demek ki hakikat İbn Teymiyye'nin iddia ettiği gibi değildir; aksine müşrik olan bu kâfirlerde Rubûbiyyet tevhidinin inancı yoktur. Yûsuf (Aleyhisselâm) zindandaki iki arkadaşını Rubûbiyyet tevhidinden başka bir şeye davet etmiyordu. Zira Hz Yûsuf (Aleyhisselâm)'ın itikadında bir şeye Rubûbiyyet tevhidi, diğer başkasına Ulûhiyyet tevhidi denilir, diye bir şey yoktu. Yoksa Hazreti Yûsuf (Aleyhisselâm)'ın, tevhide davet eylediği iki arkadaşı, tevhidi kendisinden daha iyi biliyorlardı da onu ilâhlar diye tâbir etmeyip, «Birçok rablar mı iyi?» diye buyurduğu sözünde yanıltıyorlar mı idi?


Allah Teâlâ (insanlar, ruh âleminde iken) onlardan rubûbiyyetin ikrarı için aldığı ahdi hakkında-


<<.Rabbiniz değil miyim?» diye sordu "Evet Rabbimizsin" dediler...>> (Araf sûresi, âyet: 172)


diye buyurur. Şayet, «Müşrikler nezdinde Rubûbiyyet tevhidi tahakkuk etmiş, fakat bu iman hususunda yeterli olmayıp kıyamet günü Allah'ın azabından onların kurtulmalarına yetmez.» diyen İbn Teymiyye'nin dediği gibi olsaydı, bu âyette buyurduğu üzere Rubûbiyyeti için, onlardan söz alması, âyetin devamında onlardan hikâyetle;


"...Gerçekten biz bu ahidden gafil idik...» (A'raf sûresi, âyet: 172)


diye müşriklerin kıyamet günü ileri sürecekleri böyle bir mazeretleri de sahih değildir. Rubûbiyyet tevhidi itikadi imanlarına yeterli olsaydı (İbn Teymiyyecilerin dediği gibi) Allah Teâlâ'nın, misak (ahid) tâbirini, Ulûhiyyet tevhidini itiraflarını icab ettirecek tâbirle değiştirmesi vacip olacaktı. Bu dâvalarının iptaline dair uzun uzadıya konuşmak imkânımız olmasa dahi bu husus açık bir gerçektir. Her halükârda bu âyetten anlaşıldığına göre, Cenâb-ı Hak Teâlâ, şüphesiz olarak insanlardan, yalnız Rububiyyet tevhidinin ikrarıyla iktifa etmiştir. Eğer, Rububiyyet tevhidi ile Ulühiyyet tevhidi birbirlerinden ayrı hakikatler olsalardı, Allah Teâlâ, Ulûhiyyet tevhidinin ikrarını da onlardan talep edecekti. Akaid ilminin teriminde Allah ile Rab kelimeleri bir mânâda olduklarına, Cenâb-ı Hakk'ın meâlen;


*...Göklerin yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı kendisinin olan Allah ne yücedir.» (Zühruf sûresi, âyet: 85)


buyurduğu âyeti de delâlet eden delillerdendir. Çünkü, âhir zamanda O'na ibadet edecek hiçbir kimse olmasa da yine yeryüzünün ilâhıdır. Şayet İbn Teymiyye taraftarları, bu âyette geçen ilâh kelimesinin mânâsı, «O, yeryüzünde mabuddur. Yâni, ibadete müstehaktır» diyecek olsalar, cevabında: «Öyle ise, ilâh ile Rab arasında mânâca hiçbir fark yoktur. Zira ibâdete müstahak olan Zât, Rab olandan başka bir şey değildir»> deriz.


Firavun'un Musa (Aleyhisselâm) ile yaptığı mücadele ancak Rubûbiyyet sıfatı hakkındadır. Kur'ân-ı Kerim ondan hikâyetle:


<<Ben sizin en yüce rabbinizim, dedi.» (Nâziât sûresi, âyet: 24), yine ondan hikâyetle: «(Firavun), "İnan ki benden başka tanrı tanırsan seni zindanlıklar içine atarım." dedi.» (Şuarâ sûresi, âyet: 29).


Bu konunun uzatılmasına artık hiçbir sebep yoktur. İbn Teymiyye'nin, «Müşrikler Rubûbiyyet tevhidini bilir.» diye iddiasının iptaline dair hadîs-i şerif ise, mezarda iki sual meleğinin ölüden ilâhın demeyip <<Rabbin kimdir?» diye sual ettikleri hakkında varid olan hadîstir. Çünkü melekler, Rab ile ilâh arasında tefrik etmezler. Zira onlar ne İbn Teymiyyeci ne de doğru yoldan sapmış kimselerdir. İbn Teymiyyecilerin mezhebine göre, sual meleklerinin ölüden «Rabbin kimdir?» değil, «Allah'ın kimdir?» diye veya her ikisinden sual açmaları vacip idi.


Allah Teâlâ'nın: «Andolsun ki, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah..." diyecekler.» (Lokman sûresi, âyet: 25)


meâlen buyurduğu âyet-i celile İbn Teymiyye'nin dâvasına delil olamaz. Çünkü, kesin deliller ve mânâları açık olan âyet-i kerimeler delâlet ediyorlar ki, müşrikler, zamanın hükmüne icabet etmeye zorunlu olduklarından gönüllerinde olmayan şeyi söylerler. Onların kalplerinde istikrar etmeyen veya akıllarına yatmayan şeyleri de söylemiş olabilirler. Çünkü müşrikler, böyle cevap vermekle beraber böylece itikad etmeyip yalan söylediklerine delâlet eden şeyler kendilerinden sadır olmuştur. Zarar ve menfaati Allah'dan başkasına isnat ediyorlar. Koyu cehaletleri yüzünden Allah'ı bilmezler ve hattâ küçük işlerin husulünde bile başkasını O'nun üzerine takdim ederler. Allah Teâlâ'nın müşriklerden hikâyet eylediği; 

Ne diyelim, sana mabutlarımızdan bâzısının kötülüğü dokunmuş olacak.» dediler... (Hûd sûresi, âyet: 54)


Sözlerini düşünerek bak! Öyle ise, İbn Teymiyye, «Müşrikler, putlar, ne ziyan ne de menfaat veriyorlar diye itikad ederler...» şeklinde sonuna kadar devam eden sözü nasıl diyebilir? Daha sonra müşrikler, ekin ve davarları hakkında Cenâb-ı Hakk'ın onlardan hikâyet eylediği:


«Kendi zanlarına göre, "Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır." diyerek Allah'ın yarattığı hayvanlardan ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıklarını Allah için vermez, ama Allah için ayırdıklarını putları için verebilirlerdi...» (En'âm sûresi, âyet: 136) Sözlerini düşün ki, onlar en küçük ve hakir şeylerin hâsıl olmasında Allah'a ortak koştukları şeyleri Allah'dan önce tutmuşlardır. Allah Teâlâ müşriklerin putlan hakkındaki itikadlarına dair buyurdu ki:


«.Ortak koştuğunuz, yardımlarını umduğunuz şeyleri sizinle birlikte görmüyoruz...» (En'âm sûresi, âyet: 94).


Allah Teâlâ bu âyet-i celilede müşriklerin, putların Allah'a ortak olduklarına itikad ettiklerini bildirmiştir. Ebû Süfyan'ın Uhud Gazvesi günü: 15 «Ey Hübel (bir putun ismidir) yüksel!» deyince, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem)' in:


- «Allah her şeyden daha üstün, daha yücedir.» diye verdiği cevabı da müşriklerin itikadına delâlet eden delillerdendir. İşte bunu iyi düşün! Sonra İbn Teymiyye'nin müşriklere isnat ettiği «tevhidde müşrikler, Müslümanlar gibi olup müşrikler ancak Ulûhiyyet tevhidine inanmadıkları için onlardan ayrılmışlardır,» dediği kavlinden ne anladığını bana söyle.»>



Hiç yorum yok